TÜRKLÜĞÜN TARİHİ
Bugün Türk dendiğinde genelde iki kavram kast edilir. Birincisi biz, çoğunlukla Anadolu ve Balkanlarda yaşayan bir etnisite. İkincisi ise Avrupa’dan Sibirya’ya kadar uzanan geniş topraklara yayılmış olan çeşitli etnisiteleri kapsayan bir kategori (Pan-etnisite yahut Sadri Maksudi Arsal’ın deyimiyle etnolojik ırk da diyebiliriz). İşte bu yazı niçin kendimize ve Asya’daki bazı halklara Türk dediğimizi açıklamayı amaçlar. Burada Türklerin değil Türk olarak tanımlanmanın tarihini anlatacağım.
Günümüzde Türkiye Türklerinden, Kazaklardan, Kırgızlardan, Özbeklerden Türk halkları diye bahsediyoruz ve ülkelerine Türk devletleri diyoruz. Hunlar, Göktürkler, Selçuklular gibi sayısız hanedan ve devleti Türk tarihi çatısı altında inceliyoruz. Fakat Türk adı her zaman bugün kullandığımız anlamda değildi. 542 yılında Çin kaynaklarında görünmeye başladığında “Türk” sadece bir bodunun adıydı.
1. Türk Bodun
Bodun veya budun eski Türklerin sosyal örgütlenme biçimlerinden biridir. İbrahim Kafesoğlu, eski Türklerin sosyal yapısını şöyle izah eder: En temel birim oğuş yani ailedir. Oğuşların birliğinden uruk denen aileler birliği, urukların birliğindense bod yani boylar meydana gelir. Boylar için bazen ok tabiri de kullanılır ki Oğuz kelimesi etimolojik olarak buradan türemiştir. Bodun ise boy birliği anlamına gelmektedir. Bodunlar kimi zaman bağımsız olarak yaşarlar kimi zaman bir el yani devlete tabi olurlar.1
Bodunlar ve boylar temelde akrabalığa dayanmakla birlikte siyasi olaylar tarafından şekillenirler. Söz gelimi, iki bodun arasında gerçekleşen bir savaştan sonra mağlup olanların bir kısmı galiplere katılabilir. Peçenekler bu vakıanın iyi bir örneğidir. Oğuz boyları arasında sayılan Peçenekler başlarda müstakil bir bodun idi. Oğuz baskısına maruz kaldıkları için aralarından bir kısmı Oğuz bodununa dahil oldu. Oğuzlara katılan Peçenekler, kendilerini diğer Oğuzlardan ayırmak ve Peçenek kardeşlerinden ayrılmış olduklarını göstermek için Oğuzların geri kalanından farklı kıyafetler giyiyorlardı.2 Oğuzlara katılmayan Peçenekler ise Karadeniz’in kuzeyine yerleştiler ve burada müstakil bir şekilde yaşamaya başladılar. Ta ki Kuman-Kıpçakların bölgeye gelişine kadar. 1091 Luvinyum Muharebesi’nde Kuman-Kıpçaklar ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun teşkil ettiği ittifak, Peçenekleri ağır bir hezimete uğrattı. Bu hezimetten sonra Karadeniz’in kuzeyinde kalan Peçeneklerin Kuman-Kıpçak boyları arasında zikredildiğini görüyoruz.3
Bir boy, başka bir boyun baskısı ya da bağlı olduğu siyasi yapının çökmesi gibi çeşitli sebeplerle başka bir bölgeye göç edip o bölgedeki boduna katılabilir. Örneğin Kuman-Kıpçakların ortaya çıkışı böyle bir hadiseden dolayı olmuştur. Kun boyu, Moğol kökenli Kay boyunun saldırılarına maruz kalıp Sarı denen bir boyun (bunlar Sarı Uygurlar, Sarı Türgişler, Türk bodun içindeki boylardan biri olan Şarılar veya başka bir boy olabilir) topraklarını işgal etti ve onları kendi gittikleri yöne, yani batıya sürdü. Kunlar ve Sarılar, vardıkları yerde Kimekler ile bir arada yaşayan Kıpçaklarla birleştiler. Kunlar, göçten sonra Kuman olarak anılmaya başlandı ve bugün Kuman-Kıpçak adı verilen yapı doğdu.4 Bazı Oğuz boylarının Oğuzlara katılışı da bu şekildedir. Mesela Uygurlara bağlı olan Eymürler, Uygur Kağanlığı yıkıldıktan sonra, önce Kimeklere daha sonra Oğuzlar dediğimiz Seyhun Oğuzlarına katıldılar. 5
Bodunlar bir kağanın idari reformunun ürünü olabilir. Mesela On-Oklar, 634 yılında Batı Göktürk Kağanı Işbara’nın ülkeyi 10 boya bölme kararıyla ortaya çıktı.6
Bunun dışında yazıtlarda Çin halkının “Tabgaç bodun” olarak anıldığını görüyoruz. Elbette Çinliler Türklerle aynı sosyal organizasyon yapısını paylaşmıyorlardı. Bu bağlamda bodun, günümüzdeki millet, kavim gibi kelimelere denk düşecek biçimde kullanılmıştır.
Türk Bodun’a dönelim. 6. Asrın ortalarında Bumın adında bir bey tarafından idare edilen bu bodun, Juan-juan Kağanlığı’na bağlı idi. Türk bodun’un Çin kaynaklarında ilk görünüşü 542 yılında Batı Wei Krallığı’na yaptığı akınlar ile oldu. 545 yılında ise Türk bodun bu sefer akınlar ile değil, ticari ilişkilerle anılıyordu. Hatta Bumın, Batı Wei Krallığı’na bir elçi göndererek onlarla diplomatik ilişki kurmaya başladı. Bumın artık bağımsız bir hükümdar gibi hareket ediyordu ama bağımsız olmak ve Juan-juanları yıkmak gibi bir hedefi varsa da bunu gerçekleştirmek için aceleci davranmıyordu. Öyle ki, Juan-juanlara isyan etmeye hazırlanan Tiele (Töles/Tegrek) boylarına yardım etmedi. Tersine onlara baskın düzenleyerek isyanı son anda önledi. Birçok Tiele, baskından sonra Bumın’a bağlandı ve bu ona ciddi miktarda insan gücü sağladı.7
Tiele demişken bir antrparantez açalım, Töles veya Tegrek olarak da okunan Tiele; (Gök)Türkler, Karluklar ve Kırgızlar gibi birkaç bodun dışında neredeyse tüm Türk boylarını kapsayan geniş bir etnonimdir.8 Tiele’nin Türk kelimesinin umumileşmesinden önce bütün Türkler için çatı terim olmaya en yakın ad olduğunu söyleyebiliriz.
Artık iyice güçlenen Bumın kendi bodununu Juan-Juanlarla denk görmeye başladı. Bu sebeple Juan-Juan Kağanı A-na-kui’nin kızını istedi. A-na-kui, buna çok sinirlendi ve Bumın’a “Sen benim demir işlerimde çalışan kölemsin” diyerek hakaretamiz biçimde teklifi reddetti. Bu hakaret üzerine Bumın, kağanın gönderdiği elçiyi öldürerek Juan-Juanlarla bütün ilişkilerini kesti. 552 yılında A-na-kui’ye ani bir baskın düzenledi ve onu mağlubiyete uğrattı. Mağlubiyeti hazmedemeyen A-na-kui intihar etti. Bumın ise İl Kağan unvanı alarak hükümdar oldu. Böylelikle Türk İli yani Göktürk Kağanlığı tarih sahnesine çıktı. Bumın, yarattığı kağanlığın nelere kadir olacağına şahit olmadan aynı yıl içinde öldü.9 Halefleri, (Gök) Türk Kağanlığını çevrelerindeki boyları itaat altına alan koca bir imparatorluk haline getirdiler.
Türk Bodun’u meydana getiren çekirdek boylar Aşina, Aşide (Aşıtağ), Beishi (Bersil), Chuo (Çak), Helu (Kalu), Sunong, Sheli (Şarı), Yishi, Yusheshi (Yukşaş), Zhishi ve Geluolu Yida (Karluk ve Heftalit) idi.10 Karluk ve Heftalitler aslında ayrı bodunlar olsalar da, (Gök) Türkler tarafından mağlup edildikten sonra bir kısmı onların bodununa katılmış olmalılar.
2. Türk’ün Kapsamının Genişlemesi
(Gök) Türk Kağanlığının Avrasya bozkırlarının yegâne hâkimi haline gelmesi, Türk kelimesinin anlam genişlemesine uğramasına yol açtı. Çin kaynakları, (Gök) Türklere tabi olmuş boyları Türk olarak nitelendirmeye başladı. Örneğin Dokuz Oğuz, On-Ok, Çiğil gibi bodunlar “Türklerin bir başka boyu” olarak anılıyorlardı. Dokuz Oğuzlara Dokuz Oymak Türkleri, Tielelere Türk Tiele dendiği oluyordu.11
Benzer şekilde Çin kaynakları Hazar Kağanlığı’ndan Hazar Türkleri (Kesa Tujue) olarak bahseder. Hazar Türklerinin kuzeyinde insan eti yiyen ve sığır toynaklarına sahip olan Öküz Toynaklı Türkler (Niuti Tujue) adlı mitolojik bir Türk halkından bahsedilir. Öküz Toynaklı Türkler dışında Ak Giysili Türkler (Baifu Tujue) ve Tahta Atlı Türkler/Kayak Yapan Türkler (Muma Tujue) gibi bodunlardan da söz edilir. Tahta Atlı Türkler veya Kayak Yapan Türkler; Dubo (Tuva), Milie (Merkit?) ve Geezhi (Kanaçı) olmak üzere üç boydan oluşur. Bunlar, Uygur kaynaklarında “Üç Tuğluğ Türük Bodun” yani Üç Tuğlu Türk Bodunu olarak geçen halk olabilirler. Göktürklerin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra uzun yıllar Çin’in kuzeyini yönetecek olan Çöl Türkleri (Shatuo Tujue) de adında Türk kelimesi bulunan bodunlardan biridir.12
Orhun Yazıtlarında Bilge Kağan Türgişler için “Türgiş Kağanı Türkümüz, bodunumuz idi” demektedir. Türgişler esasen On-Ok boylarından biriydi. On-Oklar yukarıda bahsettiğim gibi Işbara tarafından şekillendirilmişti. Bilge Kağan Türgişleri Türk Bodun’dan saymasının sebebi bu olabilir. Bununla birlikte Türgişler köken olarak Tiele (Töles/Tegrek) boylarına dayanıyordu.13 Bu, soyu orijinal Türk Bodun’a dayanmayan bir Türk halkının, Türk adı geçen bir etnonim taşıdığı ve Türk Kağanlığı hükümdarı tarafından bodundaş sayıldığı anlamına geliyor. Yine Orhun Yazıtları’nda Dokuz Oğuzlar için “Dokuz Oğuz bodunum idi” ifadesi yer almaktadır. Burada Türk’ün anlam genişlemesinin sadece Çin kaynaklarında gerçekleşmediğini görüyoruz. Bilge Kağan’ın nazarında Türkler, Bumın Kağan’ınkinden çok daha geniş bir zümreyi ifade ediyordu. Bu, Hun hükümdarı Bagatur yahut bilinen adıyla Mete’nin “yay çeken kavimleri Hun yaptım” demesi gibi emperyal bir tutum olabilir. Bununla birlikte Türgişler gibi kağanlığına düşman bir boyu dahi kendi halkı saydığına göre, Bilge Kağan’ın zihnindeki Türklük imparatorluğunun siyasi sınırlarını aşıyordu.
Öte yandan Bilge Kağan’ın, kendi hakimiyeti altında bulunan ve bugün Türk dediğimiz bütün boylara Türk dediğini gösteren yeterli delil yok. Üstelik Türk adını o dönemin bütün Türkleri henüz benimsemiş değildi. Göktürkler yıkıldıktan sonra kurulan Uygur Kağanlığı’nın hükümdarlarından Moyen Çor, Tariat Yazıtları’nda Türk ilini yıktığından, Türk halkını yok ettiğinden övünerek bahsetmektedir. Burada bahsi geçen Türk, Türk Kağanlığının çekirdeğini oluşan Türk bodunudur. Yani Türk kavramının genişleyişi Gök Türkler döneminde başlamış ama o dönem tamamlanamamıştır.
Fakat başka Uygur eserlerinde, Uygurların kendilerini Türk kategorisine soktukları görülüyor. Maniheist Uygur belgelerinde “Adınçığ Türk başik” (özel türk ilahisi), “bu qamuğ Türk bodun” (bu bütün Türk bodun) ifadeleri göze çarpmaktadır.14 Budist Turfan Uygurları kendi dillerini kimi zaman Türk Uygurcası, Uygur Türkçesi veya Türkçe olarak tanımlıyorlardı. Turfan Uygurlarından daha doğuda yaşayan Kansu Uygurları da dillerini Türk dili olarak kabul etmişlerdi. Ünlü Budist Uygur bilginlerinden Singku Seli Tutung, bir tercüme eserinde Hun kelimesini “Türk Yoçul bodun” (göçebe Türk halkı) olarak çevirmişti. Başka bir Turfan Uygur metninde Argu boyu “Türk uluşu” olarak tanımlanır.15 Uygur kaynaklarında Türk adı bazen sadece Gök Türklerin çekirdek bodununu işaret edecek şekilde dar anlamda, bazen kendilerini de dahil edecek şekilde geniş anlamda kullanılmıştır.
3. Diğer Medeniyetlerin Gözünde Türkler
3.1 İslam Kaynaklarında Türk
İranlı coğrafyacı İbn Hurdazbih, 9. yüzyılda yazdığı eserinde Doğuz Oğuz, Karluk, Halaç, Kimek, Guz (Oğuz), Çiğil, Peçenek, Türgiş, Ezgiş, Kıpçak, Kırgız gibi boylardan Türk boyları olarak söz etmektedir. Başka bir İranlı Coğrafyacı olan İbn Fakih Hamedani bu boylar hususunda Hurdazbih’i tekrar ettikten sonra Türkler konusunda uzman olanların Türkleri birkaç cinse ayırdığını söyler:
1) Karluklar, en iyi Türk halkıdır
2) Badehşan, uzun sakalları vardır
3) Oğuz ve Toğuz (Dokuz Oğuz?)
4) Kimekler, önde gelen kabiledir ve Türk halkları tarafından en cesurları olarak görülürler 5) Peçenekler ve Şarılar.16
Gerçekte Badehşan Afganistan ve Tacikistan arasında yer alan bir bölgedir. Hamedani’nin bahsettiği “Türk uzmanları” ya Ak Hunların veya Türk Şahilerin kalıntılarından bahsediyordu ya da buranın İrani ahalisini Türk sanıyorlardı. Badehşanlıların uzun sakallı ve yerleşik olarak tasvir edilmeleri ikinci ihtimali güçlendiriyor. Esasen Türk olmayan boyların Türk çatısı altında kabul edilmesi İslam kaynaklarında sık görülen bir durumdu. Örneğin Tahir Mervezi ve Gerdizi, bazı Slav ve Fin-Ugor kabilelerini Türkler arasında saymıştır. Kabusname’nin yazarı Keykavus İbn İskender, Tibetlilerin en iyi huylu Türklerden olduğunu söylemiştir.17 Türk adı uzun bir süre Moğolları da dahil edecek biçimde kullanıldı. Öte yandan bu, Moğolların Türk olduğunun delili olarak yorumlanmamalı. Günümüzde etnik sınıflandırmaları orta çağ alimlerinin yazdıklarına göre yapmıyoruz. İslam alimlerinin Türk tanımı büyük oranda bugünkü ile örtüşmekle birlikte daha fazla topluluğu kapsıyordu. Bugün Moğolların, Tibetlilerin ve İslam kaynaklarında Türk sayılan bazı halkların Türk olmadığını dillerine ve tarihlerine bakarak anlayabiliyoruz. Türk olmayan bazı kabilelerin Türk sayılması sadece Türk olmayanların yaptığı bir hata değildi. Kaşgarlı Mahmut bile Kay, Kitan, Tatar (Günümüzde Tatar olarak adlandırılan gruplarla aynı halk değiller) ve Tangut gibi Moğol ve Tibet kökenli boyları Türk boyları arasında sayar.
Divan’ı Lügat ’it Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmut’un üzerinde biraz daha durmak istiyorum.
Kaşgarlı’ya göre Türkler, Nuh’un oğlu Türk’ün torunlarıydı, bu adı onlara bizzat Allah vermişti ve bu sebeple Türkler diğer kavimlerden üstündü. Tanrı Türkleri kızdığı toplulukların üzerine musallat edeceği bir ordu kılmıştı ve onları yeryüzünün en güzel, en havadar yerine yerleştirmişti. Türkler yeryüzünün hükümdarları oldukları için Türk olmayanlar için tek çıkar yol onların yanında durmak, Türklerin gönlünü almanın tek yolu da onların dilini öğrenmekti. Kaşgarlı Divan’ı Lügat ’it Türk’ün yazılış amacını böyle açıklar. Ayrıca Türklere atfettiği ilahi seçilmişliğin yanı sıra onların güzellik, edep, sadelik, yiğitlik gibi birçok övülmeye değer niteliklerinin olduğunu da belirtir.18
Kaşgarlı’nın zihninde Bizans sınırından, Çin’e kadar olan bölgedeki birçok boyu kapsayan geniş bir Türklük şuuru vardı. Bununla birlikte eserinde Türk kelimesi bazen bazı boyları dışarıda tutulacak şekilde kullanılıyor. Örneğin Türk şiveleri arasındaki farklardan bahsederken “Türkler yolcuya yelkin Oğuzlarla Kıpçaklar elkin derler… Türkler ‘men bardum’ Suvarlar, Kıpçaklar, Oğuzlar ‘ben bardum’ derler” gibi ifadeler kullanmaktadır. Demek ki Türk kelimesinin çift anlamlılığı Karahanlılarda da vardı. Türk geniş manada Peçeneklerden Kırgızlara hatta Tangutlara kadar birçok boyu içine alırken dar anlamda sadece Karluk, Yağma, Çiğil gibi Karahanlıların ana kütlesini oluşturan boyları ifade ediyordu.19
3.2 Doğu Roma Kaynaklarında Türk
Bizanslılar çevrelerindeki kavimleri tarihsel halkların isimleriyle tanımlanıyorlardı. Dünyayı tanımlamak için tarihi terimlerden yararlanmak, arkaizasyon denen bir Bizans geleneğidir. Bu tarihi terimler bazen muasırı oldukları halkları sınıflandırmak için kullanılan genus (cins) yani genel kategoriler olarak karşımıza çıkar. Örneğin Bizanslılar için “İskit”, sadece bir kavmin adı değil, kuzey ve kuzeydoğuda yaşayan tüm göçebeleri kapsayan bir kategori idi. 6. asırdan itibaren, yani Avrupa’da Hunlar büyük oranda tarih olmaya başladığında, Hun adı da genel kategorik bir isme dönüştü. Bir başka deyişle İskit’in eş anlamlısı oldu. Göktürkler, Avarlar, Bulgarlar, Kumanlar, Uzlar, Selçuklular hatta nadiren de olsa Osmanlı Türkleri Hun olarak sınıflandırıldı. Bizanslılar Göktürklerle karşılaştıklarında hiç de şaşırılmayacak biçimde onlardan İskit veya Hun olarak söz ettiler. 9. yüzyıldan sonra Türk kavramı da İskit ve Hun gibi kuzeyli ve doğulu göçebeleri ifade eden bir genus haline geldi. Göktürkler dışında Macarlara, Hazarlara ve Abbasi Halifeliğine hizmet eden Türklere Bizanslılar tarafından Türk denmeye başlandı. Türk kavramını daha sonra Bizanslılar tarafından Selçuklular ve Osmanlılar için de sıklıkla kullanacaklardı.20
3.3 Batı’nın Gözünde Türkler
Batı Avrupa’da Türk kelimesine rastlanan en eski eserlerden biri, Frankların 7. Asırda yazdığı Fredegar Kroniği’dir. Kronikte Truva soyundan gelen Torci adında bir kavmin Tuna kıyılarına yerleştiği ve kendilerine Turqui ulusunun adını aldığı Turquotus adında bir kral seçtikleri yazmaktadır.21 Bahsi geçen Turqui ve Torci’nin kimler olduğu hâlâ tartışmalı olsa da bu eser daha sonraki yıllarda Batı’da sıkça tekrar edilen Türklerin Truva soyundan geldiği iddiasına kaynak olacaktı.
Esasen köklerini Truva’ya dayandırmak Avrupa’da epey yaygın bir gelenekti. Franklar, İngilizler, Normanlar, Venedikliler ve daha birçok topluluk atalarının Truvalı olduğunu iddia ediyordu. Bu gelenek, Rönesans ile birlikte çökmeye başladığında Avrupalıların Türk tarihi konusunda görüşleri de değişti. Yerine, Türklerin İskitya kökenli olup Anadolu’ya Kafkaslar üzerinden göç ettikleri tezi yaygınlaştı. Avrupalılar Türklerin Kafkasya’dan geldikleri görüşünü Türk olarak anılan Hazarlardan bahseden Bizans kaynaklarına dayandırıyordu.22 1470’lerde Osmanlı’ya esir düşen Venedikli yazar Giovanni Maria Angiolello, Türklerin kökeni hakkında İskitya’dan geldikleri, Türkistan’dan geldikleri ve Truva soyundan oldukları olmak üzere üç ayrı görüş olduğunu söyler.23
Günümüzde, eskiden Avrupa’da Türk kelimesinin Müslüman anlamında kullanıldığı sıklıkla vurgulanır. Türk’ün yer yer Müslüman ile eş anlamlı olarak kullanıldığı doğrudur. Bununla birlikte Batılıların gözünde Türk’ün sadece Müslüman’ın diğer adı olduğunu söylemek yanlıştır. Eski Avrupalı tarihçiler Türklerin bir ümmet değil bir etnisite olduğunun farkındaydılar ve Türk olmayan Müslümanların halkların var olduğunu biliyorlardı. Özellikle 1453’ten sonra Avrupalı kaynaklar Türklerin Araplar ve Farslardan daha kötü düşmanlar olduğu vurgulamaya başladı.24
16. yüzyılda Fransa ve Osmanlı arasında iyi ilişkilerin kurulması, Fransa’da Türkler hakkında Orta Çağ’dan kalma önyargılardan daha fazlasını bilme ihtiyacı doğurdu. Osmanlı topraklarını seyahat eden Fransız hümanist aydın Guillaume Postel, ülkesine döndüğünde Kral 1. François tarafından profesör olarak atandı ve derslerinde ve yazılarında Türkler hakkında olumlu bir imaj yaratmaya çalıştı. Aynı tarihlerde, Kanuni’nin Alman Seferi’nin ardından Almanlar arasında da Türklere yönelik ilgi arttı. Bu sebeple Anonim Tevarih-i Al-i Osman ve Neşri tarihi gibi Osmanlı tarihçileri tarafından yazılmış tarih kitaplarını Almancaya ve Latinceye tercüme etmeye başladılar. Fransa ve Osmanlı arasında artan ticari ve diplomatik ilişkiler tercüman ihtiyacını doğurdu. Bu yüzden 1669’da küçük çocukları tercüman olarak yetiştirmeyi amaçlayan “Dil Oğlanları” okullarının açılmasına karar verildi. Zamanla bu okulun yerini “Şark Dilleri Okulu” aldı.25 Bu kurumlar şarkiyatçılık ve Türkoloji’nin kuruluşuna yol açacaktı. 18. ve 19. yüzyılda Avrupa’da neşredilen Türk dili ve tarihi hakkındaki kitaplar, Türk tanımının bilimsel bir zemine oturtulmasını sağlamış ve Türk illerinde modern Türkçülüğün doğuşunu tetiklemiştir.
4 Türk-Türkmen Ayrılığı ve Türk-Tacik İkiliği
Türkmen, başlangıçta Talas vadisinde yaşayan 10. Yüzyılda Müslüman olmuş bir Türk topluluğunun adıydı. Bu Türkmenlerin hangi Türk boyuna mensup olduğu kesin değildir. Karluk, Türgiş veya On-ok kalıntısı olabilirler. 11. yüzyıldan sonra Türkmen adı Oğuzlara verilmeye başlandı. Başlarda Türkmen kelimesi Oğuzlar için bir egzonimdi yani diğer halklar tarafından onlara takılmış bir isimdi. Oğuzlar uzun bir süre kendilerine Türkmen yerine Oğuz demeye devam etseler de 13. yüzyılın başından itibaren Türkmen, Oğuz etnoniminin tamamen yerini aldı.26
Selçuklular bir Türkmen devletiydi ve dönemin kaynakları onlardan hem Türk hem Türkmen olarak bahsediyordu. Türk, Türkmen’i de içine alan bir kavram olduğundan Selçuklulara Türk ve Türkmen denmesinde ilginç bir şey yok gibi duruyor. İlginç olan bunun Moğol istilasından sonra değişmesidir. 13. yüzyıldan sonra birçok Oğuz olmayan tarihçinin Moğolları ve Oğuz olmayan Türkleri Türk sayıp Türkmenleri onlardan ayrı bir kavim kabul ettiğini görüyoruz.
Timurluların kendilerini Türk olarak gördüklerine dair şüphe yok. İranlı Timur tarihçisi Şereffüddin Ali Yezdî, Timur’un başarılı seferlerini anlattıktan sonra “Yüce talihli Hazreti Sahibkıran’ın şevket ve iktidarının bereketinin etkisiyle Türk devletinin güneşi, Çağatay ulusu zemininde azamet ve celal zirvesine yükseldi,” demektedir.27 Demek ki Timur’un devleti, onun resmi tarihçilerine göre zemini Çağatay ulusu olan bir Türk devletiydi. Aslında devlet bir dikotomi üzerine kuruluydu. Devletin iki önemli idari biriminden biri, Türk-Moğol askerlerden oluşan divan-ı tovaçi, öbürü çoğunlukla İrani sivillerden oluşan divan-ı âlâ yahut divan-ı mâl idi. Birincisine Türk ayvanı ikincisine Tacik veya Sart divanı deniyordu. Timur devleti bir tarafta Türk-Moğol beylerinin, Cengiz yasalarının, törenin; öbür tarafta ise İrani bürokratların ve şeriatın olduğu bir terazi gibiydi. Timur döneminde terazinin Türk tarafı daha ağır basıyordu. Divan-ı tovaçi, divan-ı âlâ’dan daha öne çıkıyordu. Divanların en üst rütbeli üyeleri emir unvanı taşıyordu ve iki divanın başında Türk emirler bulunuyordu. Tacik veya Sart yani İrani bürokratların ülkedeki rolü sınırlıydı ve Timur onlara iktidar ve prestij elde etme fırsatı tanımıyordu. Bu açıdan Timurlular, İrani bürokratların yüksek statü elde ettiği diğer birçok Müslüman Türk devletinden ayrılıyordu. Sultan Hüseyin Baykara döneminde ise idari ve hukuki alanlarda terazinin Tacik koluna ağırlık kazanmaya başlanacaktı.28
Timur, iki büyük düşmanı Ahmet Celayir ve Kara Yusuf’u kıyaslarken “Sultan Ahmed Celayir tarafından herhangi bir endişeniz olmasın; çünkü Taciklerin egemenliğini kabul etti ama Kara Yusuf’a karşı dikkatli olunuz, çünkü bir Türkmendir.”29 demesi, Türkmenleri Taciklerden daha çok ciddiye aldığını gösteriyor. Bununla beraber Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’e “Senin soyun gemici Türkmenlere dayanır ve biz bunu gayet iyi biliriz ki, izaha gerek yoktur. Aklından gururu çıkar at.”30 diyerek Türkmen olmayı düşük prestijli saydığını belli eder. Belli ki Timurlular için Türkmenler, Türkler arasında en düşük statülü kavimdi ama bu halde bile Taciklerden daha üstündüler. Türkmenlere karşı tutumun daha ileri götürülüp, onların Türklerden farklı bir kavim sayıldığı da olmuştur. Timurlu hükümdarı Uluğ Bey’in, Şeceret’ül Etrak adında daha eski bir eserden seçmelerden ibaret olan kitabı Tört Ulus Tarihi’nde, Türkmenlerin soyu Yafes’in oğlu Türk’e değil onun kardeşi Münsik’e, Osmanlılarınki ise Türkmenlerden farklı olarak Yafes’in oğlu Çin’de dayandırılır. Ayrıca Türk Han ile Münsik’in oğlu arasında Yada Taşı sebebiyle çıkan bir kavgadan beri Türkler ve Türkmenlerin düşman olduğu belirtilir.31 İranlı Timur tarihçisi Handmir de Habibü’s Siyer adlı eserinde Türkmenlerin Türklerle hiç alakası olmadığını, sadece Türklere benzedikleri için Türkmen denildiklerini öne sürer. Öte yandan aynı Uluğ Bey ve Handmir Türkmenlerin, Türkler arasında en kötü kavim olduğunu söylerler.32 Burada bir kafa karışıklığı olduğu görülüyor. Şayet Türkmenler Türklerden apayrı bir topluluk ise onlara Türklerin en kötüsü demek mantıksızdır. Timurlular Türkmenleri Türk ailesine bazen dahil ediyor bazen dahil etmiyor ve genelde onlardan pek haz etmiyorlardı. Bu durum Timurlulara özgü değildi. 15. asırda Memlük topraklarında yazılan El-Kavânînu’l-Külliyye’de Türkçe ve Türkmencenin farklı olduğu, Türklerin Türkmenceyi müstehcen bir dil kabul ettikleri ve onu konuşanları hakir saydıkları belirtir.33 Fakat başka bir Memlük tarihçisi Bedreddin Aynî ise Türklerin 20 boydan ibaret olduğu söyleyip Oğuzları bu boylar arasında sayar.34
Timurlular bazen Türk kavramını sadece Türkmenleri değil birçok Türk-Moğol toplumunu da dışlayacak biçimde dar anlamda kullanıyordu. Bunu anlamak için Timur Devleti’nin üzerine bina edildiği temelin, yani Çağatay Hanlığı’nın başına gelenlerden haberdar olmak gerek. 14. asırda Moğol geleneklerini terk edip ülkeyi giderek İslamlaştıran Çağatay Hanı Tarmaşirin bu faaliyetlerden rahatsız olan bir hizip tarafından öldürüldü. Onun ölümünden sonra Çağatay Hanlığı, Müslümanlaşmış Batı Çağatay ve Moğolistan ya ada Cete de denen Doğu Çağatay olmak üzere ikiye bölündü.35 Timurlular, Yezdi’nin dediği gibi Batı Çağatay ulusu zemininden yükselmiş bir Türk devletiydi ve onlar için “Türk” genelde Batı Çağataylı boylar demekti. Doğu Çağataylılara ise Moğol diyorlardı. Kendisi de bir Timurlu olan Babür’ün Babürnamesi’nde Türk, Timur Devleti’nin Türk-Moğol tebaası için kullanılır. Türkmenler, Kıpçak bozkırındaki Kazaklar ve Özbekler (Bunlar bugünkü Özbekler değil Altın Orda mirasçısı Kıpçaklardır. Günümüz Özbekleri Özbek Hanlığı’ndan ziyade Batı Çağataylıların torunlarıdır) ve Doğu Çağataylı “Moğollar” Türk’ün dışında kalır.36
Bununla beraber, diğer Türk halklarına karşı daha kapsayıcı yaklaşan Timurlu simalar da vardı. Timur devletinin önemli edebiyatçısı ve devlet adamı Ali Şir Nevaî’nin eserlerinde Türkmenlere karşı menfi duygular hissedilmez. Ferhad ü Şirin eserinin sonundaki şiirin günümüz Türkiye Türkçesine aktarılmış versiyonuna bir bakalım
Bir kavim ister yüz, isterse bindir,
Gerçekte Türk ulusu hepsi benimdir
Almışım kolayca fermanımın altına
Asker çekmeden Hıtay’dan Horasan’a
Deme ki Horasan Şiraz ve Tebriz’dir
Ki kamış kalemim şeker dökmüştür,
Sözüme gönlünü, canını vermiş Türkler
Yalnızca Türkler değil aynı zamanda Türkmenler,
Zannetme ülkeye bir ferman gönderdim
Onun zaptına bir divan gönderdim,
Bu divan tuttu ki ülkeyi öyle
Divan yönetemez devleti böyle37
Nevai Şiirde Türkleri ve Türkmenleri ayrı zikreden geleneğe uymakla birlikte Türkmenleri de silahsız fethetmekle övündüğü Türk dünyasına dahil eder. Gerçekten de Nevaî Azerbaycan ve Osmanlı sahalarında okunan ve üstat olarak görülen bir şairdi. Şiirde de görülebileceği üzere Nevai Türk memleketlerini kalemiyle fethetmekle övünüyor ve kendini Türk dünyasının edebi önderi olarak görüyordu. Lisan’üt-Tayr eserindeki “Türk nazmıda çü men tartıp alem / eyledim ol memleketni yek kalem” beytinde de Türk nazmının bayraktarlığını yapıp Türk memleketinde dil birliğini sağladığına vurgu yapar.38
Türklerin edebi eserlerinde Farsçayı tercih etmelerinden rahatsız olan Nevaî Türkçenin Farsça karşısındaki konumunu yükseltmek için Türkçenin Farsçadan üstün olduğunu savunan Muhakemet’ül Lügateyn adında bir kitap yazar. Türk dilinin etkili bir propagandası olan kitapta yalnızca Türkçe ve Farsça değil Türkler ve Farslar da karşılaştırılır. Nevai Türklerin Sartlardan (Nevai İranilere Sart diyordu) yaratılış bakımından daha pratik düşünceli, daha yüksek kavrayışlı, daha saf ve daha temiz yürekli olduğunu iddia eder.39 Her ne kadar Hüseyin Baykara devrinde Türklerin Taciklere yani İranilere karşı sistematik üstünlüğü ortadan kalkmış olsa da Türklerin Farslardan yaratılış olarak daha üstün olduğunu savunan Muhakemet’ül Lügateyn yine onun desteklediği Nevai tarafından yazılmıştır.
Timurlulardaki Türk-Tacik dikotomisi Akkoyunlular, Safeviler gibi başka Türk devletlerinde de mevcuttu ama bu devletlerin Türkleri Türkmen olduğu için, Timurlulardaki Türk-Türkmen ayrımı onlarda yoktu. Oğuzlar yani Türkmenler, Oğuz olmayanların onları nasıl sınıflandırdığına aldırış etmeden kendilerini Türk kabul etmeye devam ettiler.
1736-1747 yılları arasında bazen Türkmen ili olarak adlandırdığı İran topraklarına hükmeden Nadir Şah ise Timur’un sülalesini bile Türkmen kabul ediyordu. Sultan 1. Mahmut’a gönderdiği mektuplardan birinde Babürlüler üzerine yaptığı seferin ardından Babür hükümdarı Cihanabad Şah’ın Türkmen ulu ağacından ve şerefli Gürgan sülalesinden (Timur hanedanı) olduğu için onun Hindistan padişahlığına dokunmayıp yeniden onun adına hutbe okutturduğundan bahsetmiştir. Caferi ve Sünni mezheplerini birbirine yakınlaştırmayı hedefleyen Nadir Şah, 1. Mahmud’a gönderdiği bir mektupta Osmanlı sultanın da kendisi gibi Türkmen olduğunu vurgulayıp bunu yapmaktaki amacının iki Türkmen arasındaki dostluğu ilerletmek olduğunu söylemiştir. Nadir Şah’ın Türkmen kelimesini Türkmen olmayan Türkleri de kapsayacak biçimde geniş bir anlamda kullanmasına bakarak onun kafasındaki Türkmenliğin kabaca Türk kavramına denk geldiğini söyleyebiliriz.40
5.Osmanlı’da Türklük ve Türkmenlik
Osmanlılar, tıpkı diğer Oğuzlar gibi Türkmen olmayı Türk olmaya mâni görmediler. Osmanlı döneminden birçok tarihçi, Osmanoğullarının Oğuz Han soyundan geldiğini atalarının Türkistan’dan göç ettiğini vurgular.
Bunlardan biri 15. yüzyılda yaşamış Mehmed Neşri’dir. Neşrî, Kitab-ı Cihannüma adlı eserinde Türklerin tarihini anlatmaya kimilerinin ateşe, kimilerinin güneşe, kimilerinin puta, kimilerinin ağaca, kimilerinin sığıra taptığını, kimilerinin din nedir bilmediğini ve bazılarının Yahudiliği taklit ettiğini söyleyerek başlar. Ona göre Yafes’in oğlu Bulcas’ın Türk ve Moğol adlı iki oğlu olmuştu ve onların torunları Çin ile Ceyhun arasındaki Türkistan’da yaşardı. Ayrıca Neşrî’ye göre, Bulcas’ın soyundan gelen Oğuz Han 24 Oğuz boyunun atasıdır ve bu boylar Türkistan’dan Mağrip’e kadar uzanan geniş bir alanda yaşar. Uygur, Kanglı, Kıpçak, Karluk, Kalac, Ağaçeri, Ayferi olmak üzere 7 kabile ise Oğuz’a düşmanlık edip Moğolistan denen bölgeye kaçmıştır. Neşri, Abbasiler zamanında yaşamış, lakabı Kara Han olan Çanak Han adında bir hükümdarın Türk melikleri arasında ilk Müslüman olan kişi olduğunu söyler ve ardından Hicri 300 yılında birçok Türk’ün İslam’a geçip Türk-i İman (Türkman) adını aldığını belirtir.41 Gerçekten de Karahanlıların Müslüman olduğu tarih 912 yılına yani takriben Hicri 300’e denk gelmektedir. Yani Neşri yalnızca sözlü değil yazılı kaynaklardan da yararlanmış olmalı. Türkistan’dan ve Uygur, Karluk gibi uzaktaki Türk boylarından haberdar olması bugünküne yakın bir Türk dünyasına bilincine sahip olduğunu; Müslüman olmayan ve İslam öncesi Türklerden bahsetmesi Türklük ve Müslümanlığın ayrı kavramlar kabul ettiğini gösteriyor.
Meşhur Osmanlı tarihçilerinden Aşıkpaşazade, Osman Gazi’nin dedesi olduğunu iddia ettiği Süleyman Şah’ın 50 bin Türkmen ve Tatar ile Anadolu’ya göçünden bahseder. Anadolu’da zorluk yaşayan göçebeler Türkistan’a geri dönmeye karar vermiş ve başlarındaki Süleyman Şah geri dönüş yolunda Fırat Nehri’nde boğulmuştur. Aşıkpaşazade, Caber Kalesi yakınlarına defnedilen Süleyman Şah’ın kabrine halk arasında Türk Mezarı dendiğini aktarır.42
Osmanlılarda da bir çeşit Türk-Türkmen ayrımı vardı ama bunun Türkistan ve Mısır’daki Oğuz - Oğuz olmayan ayrımı ile alakası yok. Osmanlı’da Türk kelimesini daha çok köylü Türkler, Türkmen kelimesini ise göçebeler için kullanılıyordu. Bununla birlikte, Karakoyunlu ve Akkoyunlu gibi diğer Türkmen devletlerle mücadeleye girdikleri için, Osmanlılar kendi topraklarındaki göçebelere Türkmen demekten çekinmeye başladılar. Bu yüzden 15. Asır ve sonrasında Kızılırmak’ın batısındaki Türkmenler için Yörük tabirini tercih ederken, Osmanlı sınırlarının dışında kaldıklarından Kızılırmak’ın doğusu ve güneyindeki göçebe Türklere Türkmen demeye devam ettiler.43 Osmanlı tarihçileri Osmanoğullarının atalarının Anadolu’ya gelişini açıklarken onlardan ve etrafındakilerden Türkmen olarak bahseder fakat daha sonra yaşanan hadiseleri anlatırken Türkmen kelimesi daha ziyade Akkoyunlular ve Dulkadiroğulları gibi düşman Türk devletleri için kullanılır.44 Görülüyor ki bir Türkmen beyliği olarak tarih sahnesine çıkan Osmanlılar, çevrelerindeki diğer Türkmen devletleri ile mücadeleye girdikçe, kendini ve tebaasını böyle tanımlanmak istememeye başladı.
Daha sonraki yıllarda iç göçler sebebiyle Kızılırmak’ın batısında da Türkmen adı verilen aşiretler görülmeye başlanacaktı. Osmanlı döneminde Anadolu’nun bazı yerlerinde Türk ve Türkmen kelimeleri tıpkı Yörük ve Manav gibi Türkiye Türklerinin alt etnik isimleri haline geldi. Bu durum cumhuriyetin ilk yıllarında dahi varlığını sürdürdü. Örneğin Yusuf Ziya Yörükan, Eskişehir ile Afyonkarahisar hattında aşiretlerini bilen Türklerin güneybatıda Yörük, kuzeyde Türkmen adını aldığını, aşiretlerini bilmeyenlerin ise kendilerine Türk dediğini kaydetmiştir.45
Osmanlı entelektüelleri arasında Türk adının kullanımı konusunda en enteresan örneklerden biri Vani Mehmet Efendi’dir. 17. yüzyılda yaşamış Osmanlı din alimi Vanî Mehmet Efendi, Araisü’l Kur’an adlı tefsir kitabında “Türk ismi Oğuz Han’ın çocuklarına verilmektedir. Onlar Türkmenlerdir.” diyerek Türk ve Türkmen kavramlarını eş anlamlı olarak kullanmaktadır. Vanî, Araisü’l Kur’an’da bazı ayet ve hadisleri kullanarak tıpkı Kaşgarlı Mahmut gibi Türklerin seçilmişliğine ve dini misyonuna vurgu yapmaktadır. Örneğin Tevbe Suresi 39. Ayeti (…Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir…) Arapların yerini Türklerin alacağı şeklinde yorumlar ve bu iddiasını Türklerin tarihte yaptığı fetihleri örnek göstererek destekler. Vanî’ye göre Araplara hiçbir yönüyle benzemeyen Türkler; Rum, Frenk, Gürcü, Ermeni ve Rus topraklarının çoğunu fethedip buradaki ahaliyi İslamlaştırıp Türkleştirmişlerdir ve bu Allah’ın onlara bir lütfudur çünkü Allah Türklerin başarılı olmalarını istemektedir. Vanî Mehmet Efendi, İstanbul’a İshak oğulların yetmiş bin kişi savaşmaya gidinceye kadar kıyamet kopmayacaktır hadisini de Türklere bağlar. Vanî’ye göre Oğuz Han aslında Hazreti Zülkarneyn’dir ve İshak peygamberin kızı ile evlenmiştir yani Oğuz’un evlatları anne tarafından Hz.İshak akrabadır dolayısıyla İshak oğullarından sayılırlar. İshak ile akrabalık aynı zamanda Türk-Yahudi akrabalığı anlamına gelmektedir. Vanî’nin Sabetay Sevi’ye İslam’ı öğrettiğini ve ondan Yahudi geleneklerini öğrendiğini, yani Sabetay Sevi ile yakın ilişkileri olduğunu not etmekte fayda var. Yahudi-Türk akrabalığı fikrinde Sabetay Sevi’nin etkisi olabilir. Türklerin asimilasyon kabiliyetini öven bir alimin Sabetay Sevi’yi Müslüman yapması, onun Yahudileri veya bütün Osmanlı tebaasını Müslümanlaştırıp Türkleştirmeye dair planlarının olduğu ihtimalini de akla getiriyor. Ayrıca Vanî bu kitapla Türk karşıtı tefsirlere cevap vermek ve Köprülülerin fetihçi siyasetine ideolojik dayanak oluşturmak istemiş olabilir.46 Vanî’nin hedef(ler)i ne olursa olsun, ona ulaşmak için Türklükten bilinçli olarak yararlandığı aşikar.
Günümüzde Osmanlılar Türk sözünün köylü, kaba saba gibi anlamlarda kullanılmasından dolayı eleştirilir. Fakat ilginç biçimde, Türk kelimesini aşağılayıcı manada kullanmak Osmanlılara özgü değildir. 10. yüzyılda yazılmış Eski Uygur metinlerinde Türk kelimesinin Budizmi bilmeyen, cahil anlamlarında kullanıldığı olmuştur. Kırgızcada Türköy “okuma yazma bilmeyen, cahil”, Türkmencede türk “safdil, salak”, Azerbaycan Türkçesinde Türkesaya(ğ) “safdil” gibi kelimeler kullanılmıştır.47 Türklerin neden kendi etnik adlarını pejoratif anlamda kullandıkları bir muamma. Bunun dışında Türk, sıfat olarak kullanıldığında sadece aşağılayıcı bir kelime değildi. Divan edebiyatında bu sözcük güzel, civan gibi anlamlara da geliyordu. Kısaca, Osmanlılarda Türk bir etnonim olduğu gibi aynı zamanda olumlu ve olumsuz anlamları olan bir sıfattı.
6. Modern Türkçülük ve Milli Kimliklerin Şekillenişi
6.1 İmparatorluktan Ulus Devlete
Milliyetçilik, herkesin dilinde olan ancak üzerinde uzlaşılmış bir tanımı olmayan kavramlardan biridir. Bir millete ait olma bilinci ve bu bilinçten dolayı o milletin saadetini öncelemek, milletin rolüne dair kullanılan dil ve sembolizm, ait olunan milletin diğer milletlere üstün olduğunu iddia etmek, ait olunan milletin egemen bir ulus devlet veya en azından muhtar bir yönetime kavuşması gerektiği fikri ve burada sayamadığım birçok görüş ve davranış milliyetçilik çatısı altında değerlendirilir.
Milliyetçiliğin modern dönemde ortaya çıktığı ve milli kimliklerin bu dönemde oluştuğu yaygın bir görüştür. Milliyetçiliğin ne zaman ortaya çıktığı tartışmasıda burada ayrıntılı bir şekilde değinmek istemiyorum. Fakat yazı boyunca verdiğim örneklerden anlaşılacağı üzere Türklük şuuruna ve milliyetçi denilebilecek figürlere modern dönem öncesinde de rastlayabiliyoruz. Çoğu post-koloni milletini hariç tutarsak milli kimliklerin mazileri asırlar öncesine dayanıyor. Milletleri modern inşalar olarak görseniz dahi onların modern öncesi dönemden beri var olan etnik cemaatlerin üzerine inşa edildiğini kabul etmelisiniz. Modern milliyetçilerin yaptığı şey bu kimlikleri yaratmak değil alternatiflerini geri plana atmak oldu. Millet, devletler için diğer meşruiyet kaynaklarını alaşağı ederek hakimiyetin yegâne gerçek kaynağı haline geldi. Bireyler içinse lokal veya dini kimliklerin önüne geçti. Tabi milli kimliklerin modern öncesi dönemdeki yaygınlıkları konusunda tüm halkları aynı kefeye koymak hatasına da düşmemeliyiz. Kısaca Modern dönemde patlayan milliyetçilik akımı, daha çok ulusların bir devlete sahip olma hakları ve devletlerin meşruiyetlerini ulusa dayandırması fikri ile ilişkilidir. Bununla beraber modern milliyetçilik, bir tür kültür rönesansını ve milli şuuru toplumun her kesimine yayacak eğitim seferberliğini de beraberinde getirdi. Öyle ki modern milliyetçi hareketler genelde kültür ve dil meselesi olarak ortaya çıkıp daha sonra siyasi sahada boy göstermeye başladılar.
Bu yüzden Türkçülüğün en önemli temsilcilerinden biri olan Yusuf Akçura, Osmanlı’da Türkçülüğün tarihini sade bir dilde yazan Şinasi ile Şiir ve İnşa eserinde halk edebiyatına yönelmeyi savunan Ziya Paşa gibi Yeni Osmanlıların dil ve edebiyat alanındaki Türkçülüğünden başlatır. Edebi eserlerde halkın anlayacağı bir dil kullanmaya çalışmak günümüzde milliyetçilik kriteri olarak düşünülmese de 19. asır Osmanlısında gayet önemli bir meseleydi. Üstelik Şinasi, Ziya Paşa, ve Ali Süavi gibi Yeni Osmanlıların kafalarında Türklük fikri olduğu aşikâr. Hatta Yeni Osmanlılar Osmanlı Devleti’ni Türkistan olarak adlandırıyorlardı ve kendilerini tanımlamak için Civan-ı Türkistan ve Türkistan’ın erbâb-ı şebabı gibi isimleri tercih ediyordu.48 Gerçi bu Yeni Osmanlılar’a özgü değildi. Türkistan kelimesi genelde Orta Asya’yı işaret etse de 19. yüzyılın bir kısmında Osmanlı toprakları için de kullanılmıştır. Sultan Abdülmecid Han, 1856 yılında Kırım Harbi’nden sonra imzalanan Paris Antlaşmasında kendisini “Biz ki bilutfulmevla Türkistan ve şamil olduğu memalik ve büldanın Padişahı…” diye takdim etmiştir. Zamanla Türkistan kelimesi yerini Türkiya ve en nihayetinde Türkiye adlarına bırakacaktı.49
Yeni Osmanlılar yahut Civan-ı Türkistan, Türklük konusunda bigâne olmamakla birlikte Türkçü bir hareket olarak nitelendirilmeleri doğru olmaz. Aralarında eserlerinde Türkçü temaları en bariz şekilde barındıran kişi, İslam öncesi Türk tarihinden ve Türk dünyasından bahseden, Türklerin ilim alanında ileri olduğunu kanıtlamaya çalışan, Türkçe yerine Osmanlıca demenin yanlış olduğunu, namazda surelerin Türkçe okunabileceğini, Osmanlıların ayrı bir devlet değil Selçukluların devamı olduğunu söyleyen Ali Süavi’dir.50 Fakat Ali Süavi İslamcı yönü daha ağır bastığı gerekçesiyle birçokları tarafından Türkçü kabul edilmez. Ziya Gökalp Türkçülüğün babalarının Ahmet Vefik Paşa ve Süleyman Hüsnü Paşa olduğunu iddia eder. Peki niçin? Ahmet Vefik Paşa Lehce-i Osmani adlı bir sözlük yazıp Osmanlı Türkçesinin umumi Türk dilinin bir lehçesi olduğunu iddia ettiği, Şecere-i Türki’yi Osmanlı/Türkiye Türkçesine aktardığı, hatta evine yabancı üretim ürünleri sokmadığı; Süleyman Hüsnü Paşa da Türk dili ve tarihi üzerine kitaplar yazdığı için. Yani bu insanları “Türkçülüğün babası” yapan şey herhangi bir siyasi program değildi.
Hal böyleyken 19. Asırdaki ilk Türkçülerin milli şuur konusunda yukarıda bahsi geçen alimlerden çok farkı yok gibi duruyor. Öyleyse niçin bu kişileri modern Türkçüler olarak niteleyerek öncekilerden ayırıyoruz? Bana göre aralarındaki en büyük fark, Türklük konusunda yararlandıkları kaynaklarda saklı. Türkçülüğün babaları olarak anılan isimler De Guignes ve Hammer gibi batılı Türkologları okudukları için Hunlardan, Göktürklerden haberdardılar. Türk tarihi artık Oğuznamelerdeki yarı mitolojik hikayelerden ibaret değildi. Üstelik filolojinin, etnolojinin devreye girmeye başlaması sayesinde hangi halkların Türk sayılacağını belirlemek için elimizde Yafes’e dayanan şecerelerden fazlası var artık.
Sultan Abdülaziz ve Abdülhamid’in ilk dönemlerinde Türkçülük entelektüel faaliyetlerden ibaretti. Abdülhamid’in saltanatının sonlarından itibaren politikleşti. Türkçülüğün gündemine Osmanlı İmparatorluğu’nu daha milli bir devlet haline getirmek, hatta diğer Türk memleketleri ile birleşip Turan’ı kurmak gibi idealler girmeye başladı. İttihat ve Terakki döneminde devletin en üst kademelerinde bile temsil edilir hale geldi. Türkçülüğün başlattığı imparatorluktan ulus devlete geçiş süreci, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlandı.
6.2 Rusya’da Türk milleti doğuyor
Türkçülüğün tarihini Osmanlı ile sınırlandırmak doğru olmaz zira Türkçülüğün en önemli isimleri sayılabilecek birçok kişi Rus Çarlığı’nda doğup büyümüşlerdi. Bunlardan biri, ortak bir Türk dili vasıtasıyla Türk dünyasını birleştirmeye çalışan Kırımlı İsmail Gaspıralı idi. Gaspıralı’nın, 1883’te yayımladığı Tercüman gazetesinde kullandığı dil, İstanbul Türkçesini temel almakla birlikte diğer Türk dillerinden de kelimeler bulunduruyordu. O, bu dilin Türk dünyasını birleştirip tek millet haline getirecek yazı dili olmasını diliyordu. Bu yüzden Türk halklarının kendi edebî dilleri ile yazmalarına karşı çıkıyordu.
1905 yılında İsmail Gaspıralı ve arkadaşları Rusya’daki Müslüman halkların ileri gelenlerini Nijni Novgorod’da düzenlenecek olan bir kongreye çağırdı. 1. Rusya Müslümanları Kongresi olarak bilinen bu kongrenin daha sonra devamı da gelecekti. Rusya’daki Müslümanların ezici çoğunluğu Türk olduğu için bunlar bir nevi Türk kongreleriydi. Hatta daha sonra Azerbaycan’ın kuruluşunda rol alacak olan Ali Merdan Topçubaşı, Kongre’de yaptığı konuşmada “Biz Türk balaları, aslımız neslimiz bir, dinimiz bir,” demişti. Resmi izin alınamadığı için Oka Nehri’nde bir vapurda yapılan ilk kongrede eğitim işlerinde birlikte hareket edilmesi ve İttifak adına bir siyasi partinin kurulması kararlaştırıldı. Kongre Sünniler ve Şiiler arasındaki buzların erimesini sağladı. Eskiden birbirine selam bile vermeyen Şii Azerbaycanlılar ve Sünni Tatarlar oturup sohbet eder oldular. 2. Kongre İttifak partisinin izleyeceği siyaset üzerine yoğunlaştı ve Kadet Partisi ile birlikte hareket edilmesine karar verildi. 51 1906 yılında gerçekleşen 3. Kongre’de Türk birliği fikri için hayli önemli kararlar alındı. Gaspıralı’nın, Rus İmparatorluğu’ndaki Türk çocukların ilkokulun ilk üç yılı kendi mahalli şivelerinde ders almaları 4. yılda ise ortak Türkçe eğitim görmeye başlamaları teklifi kabul edildi. Ali Merdan Topçubaşı, Sünnilik-Şiilik arasındaki farkların önemsizliğini vurguladı ve mezhep fark etmeksizin tüm Müslümanların ruhani işleri için genel bir kurum kurulmasını teklif etti. Bu teklif kongrede “Sünnilik Şiilik yoktur, yetsin ihtilaf!” sedalarıyla dakikalarca alkışlanıp oybirliği ile kabul edildi.52 3. Kongre bittiğinde kongre binası “Yaşasın Gaspırinski” nidaları ile çınlıyordu. Gaspıralı yarım saat bu slogan eşliğinde omuzlarda taşındı. Daha sonra bir sosyalist Gaspıralı’yı “milletin babası” ilan ederek heyecanlı bir konuşma yaptı ve kalabalık tekrar İsmail Gaspıralı’yı omuzlarına alıp sloganlar atmaya başladı.53 Gerçekten de Gaspıralı Rusya’da doğmakta olan bir milletin babası idi. Bir etnisitenin ortak eğitim sistemi ve ortak edebi dili haiz olması, modern anlamda ulus olabilmesi için en önemli adımdır.
Öte yandan Rusya’da Türkçülük kendini sadece devasa bir ulus inşası projesi olarak göstermedi. Kimi Türkçüler, Türk kavimleri arasındaki farkın yekpare bir ulus olmak için fazla büyük olduğunu düşünüyorlardı. Bu yüzden, Türk halklarının kimlik ve tarih anlayışlarında Türklüğü merkeze almakla birlikte ayrı milli devletler halinde yaşamaları gerektiğini savunuyorlardı. Azerbaycan’ın kurucu babası Mehmet Emin Resulzade, Pan-Turanizm dediği Türkçülüğü, romantik merkeziyetçi Pan-Turanizm ve realist adem-i merkeziyetçi Pan-Turanizm olarak ikiye ayırır. Ona göre romantik merkeziyetçiler Türkleri ortak bir Türk devleti altında birleştirmek isterken realist adem-i merkeziyetçiler Türklerin ayrı bağımsız devletler halinde kurtuluşu için mücadele ediyordu.54 Ben de Resulzade’den ilhamla, aşağıda bahsedeceğim millet tartışmalarındaki tarafları merkeziyetçi ve adem-i merkeziyetçi olmak üzere ikiye ayıracağım. Gaspıralı bağımsız bir devlet kurmaktan bahsetmese de Türk dünyasını (en azından Müslüman Türk dünyasını) yekpare bir millet olarak düşündüğü için onu ve bu konuda onunla hemfikir olanları bir tür merkeziyetçi Türkçü sayacağım.
Merkeziyet ve adem-i merkeziyet çatışması aynı zamanda Rus Çarlığı’nın nasıl idare edileceği meselesiydi. Eğer Rusya adem-i merkeziyeti benimseyip çeşitli özerk birimlere bölünürse Türk ülkeleri de kendi özerk devletlerine kavuşacak ve ayrı ayrı uluslaşacaklardı. Azınlıklara tanınan muhtariyetin “topraksız” olduğu üniter bir Rusya’da ise Türkler tek bir elden yönetilebilirlerdi. 1917’de düzenlenen 5. Kongre’de tam da bu konu tartışıldı. Kazan Tatarlarının ve Kuzey Kafkasyalıların başını çektiği bir grup topraksız muhtariyet yani kültürel özerklik modelini savunurken diğer Rusya Müslümanları topraklı muhtariyet yani her millet için ayrı özerk hükümetler talep ediyordu. Kazan Tatarları arasında topraksız özerklik isteyenlere Türkçü, özerk devlet isteyenlere ise Toprakçı deniyordu. Topraksız muhtariyet fikri Kazan Tatarlarının işine geliyordu çünkü onlar Rusya’nın birçok yerine dağılmış halde yaşıyorlardı.55 Ayrıca Rus Çarlığındaki diğer Müslümanlar üzerinde kültürel bir hegemonyaya sahiptiler ve bu Rusya’nın iç siyasetine de yansıyordu. Üniter bir Rusya içerisinde bu hegemonyayı koruyarak imparatorluktaki Müslümanlara rehberlik edip onlar adına konuşabilirlerdi ama özerk devletlere bölünmüş federal bir Rusya’da Tatarların etki alanı Tataristan coğrafyasıyla sınırlı kalacaktı.56 Sonuçta topraklı muhtariyet taraftarları galip geldi ve Türk halkları bir bir kendi özerk cumhuriyetlerini ilan etmeye başladı. 5. Kongre’den sonra Türkçülük ve Turancılık, tek bir ulus devlet yaratmaktan, çeşitli Türk ülkeleri arasında iş birliği sağlamaya evrildi.
6.3 İdil-Ural ve Türkçülük-Tatarcılık Tartışmaları
Çoğunlukla üniter Rusya’nın savunucusu olan Kazan Tatarları mecburen trende uyup 1917’de kendi özerk hükümetlerini ilan ettiler. Hararetli kimlik tartışmalarının sonunda milletlerine Türk-Tatar, ülkelerine İdil-Ural adını vermeye karar verdiler.57
Bu kimlik tartışmasını biraz açalım. Eskiden Kazan Tatarları kendilerini daha ziyade Yasak, Mişer, Tipter gibi boylarla tanımlıyorlardı. Daha umumi bir isim gerektiğinde Müslüman tabirini tercih ediyorlardı. Bununla beraber dillerine Türki diyorlardı. Tatar ise Rusların onlara verdiği bir isimdi. Bu yüzden uzun bir süre bu ismi bir tür hakaret olarak algıladılar. Kazan Tatarlarının Tatar adını benimsemeye başlamaları Şehabeddin Mercani ve Kayyum Nasıri gibi 19. asır ceditçi alimlerin girişimleri ile olmuştur. Mercani ve Nasırı’nin etkisiyle ortaya çıkan Tatar milleti fikri, Kazan Tatarlarının Türk milletinin bir parçası olduğunu savunan merkeziyetçi Türkçü görüşle çatışıyordu. Türklük ve Tatarlığın yanı sıra bir de İdil Bulgar Devleti’ne istinaden buradaki Türkleri Bulgar/Bolgar olarak tanımlayan Bulgarcılık akımı da ortaya çıktıysa da uzun süre tutunamadı. 1917 yılında Tatarların meclisinde en kalabalık grup Türkçülerdi. Onlardan sonra Tatarcılar (bunlar aynı zamanda yukarıda bahsettiğim Toprakçılardır) ve İslamcılar geliyordu.58
Türkçü denilen grup, eserlerini İstanbul Türkçesine yakın bir dille kaleme alıyor ve kendilerini Türk milletinin ferdi olarak tanımlıyorlardı. Gerçi Tatar Türkçülerin tamamı dil konusunda Gaspıralı’ya katılmıyordu. Birçoğu Anadolu, Kırım ve Azerbaycan’da İstanbul Türkçesi; İdil Ural ve Türkistan’da Kazan Tatarcasının geçerli olacağı iki dilli Türk milleti modelini savunuyordu. Tatarcılar ise milletlerinin Tatar olarak adlandırılmasını doğru buluyorlardı. Aslında Tatarcılık, Türkçülük ile çelişen bir görüş değildi çünkü Tatarcılar Tatarların Türk olduğunu kabul ediyorlardı. Tatarlık ve Türklük arasındaki ilişkiyi Rusluk ve Slavlık arasındaki ilişkiye benzetiyorlardı. Nasıl Ruslar, Polonyalılar, Sırplar vb. Slav ırkına mensup olmakla beraber ayrı edebiyatlara sahip farklı milletler sayılıyorsa Türk halklarının da kendi edebi lisanlarına ve milli kimliklerine sahip olmaları gerektiğini savunuyorlardı.59 Gaspıralı ise Türk dillerinin çoğu arasındaki uzaklığın ayrı Slav dilleri arasındaki uzaklığa değil Rusçanın, Almancanın, İtalyancanın, Arapçanın kendi içindeki şiveleri arasındaki uzaklığa benzediğini ileri sürüyordu. Tatarlar, Rus-Polonyalı ilişkisinin benzerini Azerbaycanlılarla değil olsa olsa Yakutlarla aralarındaki mesafede görebilirdi.60
6.4 Azerbaycan
Kazan Tatarları arasında üniteristlere Türkçü adı verilmesine karşın Rusya’daki Türk halklarının çoğunda Türkçüler adem-i merkeziyet taraftarıydı. Örneğin Azerbaycan’da Nesib Bey Yusufbeyli tarafından kurulan Türkçü partinin adı Türk Adem-i Merkeziyet Fırkası idi. Daha sonra başka bir Azerbaycanlı Türkçü parti olan Müsavat Fırkası ile birleşerek Türk Adem-i Merkeziyet Müsavat Fırkası adını aldı. Bu parti Azerbaycan, Türkistan, Kırgızistan (Kazakistan) ve Başkurdistan’a topraklı muhtariyet, Kırım ve Kazan Tatarlarına mahalli muhtariyet mümkün olmadığı takdirde milli yani topraksız muhtariyet talep ediyordu.61 1918’de Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kuran Müsavatçılar, Ziya Gökalp’ın “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” olarak ifade ettiği Türkçülerin meşhur şiarını Azerbaycan bayrağına işledi. Bayrağın gök rengi Türklüğü, kızıl muasırlığı, yeşil İslam’ı temsil ediyordu. Azerbaycan Bayrağı, Azerbaycan’ın kurucu ideolojisinin Türkçülük olduğunun çok net bir göstergesidir.
6.5 Türkistan
Adem-i merkeziyetçi Türkçülüğün kök saldığı bir başka bölge Türkistan’dı. 20. Asrın başlarında Rusya’da Türkistan terimi çoğunlukla Türkistan Genel Valiliği ile Rusya’ya tâbi olan Hive ve Buhara devletleri için kullanılıyordu. Türkçülük burada da hem milli otonomi hem de kimlik meselesiydi. Örneğin Özbekler Türkçülük vasıtasıyla çevre halkların onlara yakıştırdığı Sart tabirini kesin dille reddettiler. Eski Sovyet etnik/ulusal sınıflandırmaları “Sart dili” gibi tanımlardan söz ederken, Özbeklerin ve Türkistan’ın Türklüğünü vurgulamaya çalışan ceditçiler sayesinde 1917’den sonra Sart sözü tamamen kullanımdan düştü.62
1917’de Türkistan Genel Valiliği toprakları üzerinde Kazak kökenli Mustafa Çokay önderliğinde Hokand’da Türkistan Muhtariyeti ilan edildi. Bozkır Genel Valiliği’nde ise Alaş Orda denen Kazak milliyetçisi bir grup tarafından ayrı bir özerk hükümet ilan edilecekti. Aralık 1917’de gerçekleşen Genel Kazak Kurultayı’nda Alaş Orda muhtariyetinin Türkistan muhtariyeti ile mi yoksa Sibirya ile mi birleşeceği tartışıldı. Türkistan ve Alaş Orda muhtariyetlerinin birleşmesini isteyenler Türklük merkezinden uzaklaşmanın doğru olmayacağını vurguluyordu.63 Neticede Alaş Orda’nın ikisi ile de birleşmemesine karar verildi.
Maalesef Türkistan Muhtariyeti, çok geçmeden Bolşevikler tarafından yıkıldı ve Türkistanlılar; Sovyetler ve Sovyetlerin yardakçısı olarak bölgeye gelen Taşnakçı Ermeniler tarafından korkunç katliamlara maruz kaldılar. Muhtariyetin yıkılması Türkistan’da silahlı mücadeleyi filizlendirdi ve Basmacı da denen Korbaşı hareketinin doğmasına yol açtı.64
Sovyetler Hokand merkezli muhtariyetin yerine Türkistan Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni kurdular. Sovyetlerin kurduğu otonom Türkistan’da da Türkçü fikirleri hayata geçirmeye çalışanlar vardı. Örneğin Turar Rıskılov, Türkistan Komünist Partisi 5. Kongresi’nde ve Müslüman Bürosu’nun 3. Kongresi’nde; Türkistan Komünist Partisi’nin adının Türk Komünist Partisi, Türkistan Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin isminin Türk Cumhuriyeti olarak değiştirilmesini, bu cumhuriyetin ekonomik, mali, askeri, dış politika alanlarında bağımsız olmasını, Müslüman halklardan oluşan Türk ordusunun kurulmasını ve Müslüman olmayan birliklerin Türkistan’ı terk etmelerini teklif eden bir bildiri sundu. Bildiri iki kongrede de kabul edilse de Moskova’daki Sovyet yönetimi tarafından tepkiyle karşılandı ve reddedildi.65
Buhara ve Hive’de ise Jön Türkleri örnek alan Yaş Hiveliler ve Yaş Buharalılar teşkilatları kurulmuştu. Bu teşkilatlar 1920’lerin başında Sovyet desteği ile Buhara ve Hive’deki monarşileri yıkarak cumhuriyet ilan ettiler. Her ne kadar iktidara gelişlerinde Sovyet yardımı alsalar da Marksist-Leninist dünya görüşünü benimsemediler. Buhara Cumhuriyeti’nin ilan ettikten sonra Farsçanın hanlık zamanında sahip olduğu resmi dil statüsünü kaldırdılar. Buhara okulları, çocukları Türkçü bir müfredatla yetiştiriyordu. Öyle ki okullarda Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı ile ilgili marş okutuluyordu.66 Buhara meclisinde, Ankara Hükümeti’ne yüklü miktarda altın yardımı yapma teklifi oy birliği ile hararetli tezahüratlar ve alkışlarla kabul edildi.67 Büyük Taarruz’un zaferle sonuçlanmasının ardından Buhara’da sevinç gösterileri tertip edilmiş ve bir günlük bayram ilan edilmişti.68 Türkistan’ın bir ucundaki Türklerin Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı ile bu denli ilgilenmelerinin sebebi şüphesiz Türklük şuuru idi.
1921’de Yaş Buharalılar, Yaş Hiveliler, Alaş Orda Fırkası ve daha birçok Türk partisinin bir araya gelmesiyle “Orta Asya Avami İhtilal Cemiyetlerinin İttifakı” kuruldu. Bu ittifak daha sonra Türkistan Milli Birliği adını alacaktır. Ankara Hükümeti’nin Sovyet Rusya’ya gönderdiği heyetin azalarından biri olan İsmail Suphi Soysallıoğlu’nun önerisi üzerine ittifakın başına Başkurtların milli lideri Zeki Velidi (Togan) geçti.69 Orta Asya Avami İhtilal Cemiyetlerinin İttifakı ya da Türkistan Milli Birliği, bu sefer özerk değil bağımsız bir Türkistan için mücadele edecekti. Cumhuriyetin Türkistan Genel Valiliği ile Hive ve Buhara Hanlıklarının yanı sıra Kazak ve Başkurt topraklarını kapsaması ve Sibirya ve Tataristan Türkleri arasında bağımsızlığa yardımcı teşkilatlar oluşturulmaya çalışılması kararlaştırıldı. .70 Öyle görülüyor ki Kazak ve Başkurt önderler, kurdukları özerk hükümetler yıkıldıktan sonra müstakil bir Türkistan davasına yöneldiler.
Türkistanlılık etnik temelleri olan territoryal bir kimlikti. Bu açıdan İtalyan kimliğine benzetebiliriz. Türkistan da İtalya gibi aynı dil ailesinden farklı dilleri konuşan akraba halkların bölgesel bir kimliği benimseyerek birleşmesi idealine dayanıyordu. Gerçi Türkistan’da Türk olmayan Tacikler de bulunuyordu ama Türkistan ülküsü için sorun teşkil etmediler. Zira onlar da Türkçülükten etkilenmişlerdi ve kendilerinin aslen Türk olduğuna ikna olmaya başlamışlardı. Türkistanlı Türkçülerin ve Buhara Cumhuriyeti’nin Tacikçe yerine Türkçeyi yaygınlaştımak, Tacikleri dillerini unutmuş Türkler olduğuna inandırmak gibi Türkleştirme politikaları ilginç bir şekilde önemli ölçüde başarılı oldu. Tacikistan Sovyetlere bağlı ayrı bir cumhuriyet olarak kurulduğunda, karşılaştığı en büyük sorunlardan biri eğitimli Taciklerin Tacikçeden daha iyi Özbekçe konuşmaları ve kendilerine Özbek demeleriydi.71
Yine de İtalya’nın aksine Türkistan başarısız bir proje oldu. Ne Çokay’ın Türkistan Muhtariyeti ne Rıskulov’un Türk Cumhuriyeti ne Zeki Velidi’nin Türkistan Cumhuriyeti ne de Enver Paşa’nın kurmak istediği devlet… Bu girişimlerden hiçbiri Türkistan’ı kapsayan kalıcı bir Türk milli devleti ile sonuçlanmadı. Günün sonunda Türkistan’da hakimiyet Sovyetlerin elinde kaldı. 1924 yılında SSCB içinde Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan gibi yeni Sovyet Cumhuriyetleri kuruldu ve böylece Orta Asya’da mutasavver Türkistan ulusu tarihe gömüldü. Gerçi Türkistan davası yurtdışındaki Türkistan milliyetçileri tarafından bir süre daha devam ettirilecekti.
Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan cumhuriyetlerinin 1924 yılında Sovyetlerin milliyet politikasının sonucu olarak ortaya çıkması; Özbek, Türkmen, Kırgız gibi etnonimlerin Sovyetler tarafından uydurulduğu şeklinde anlaşılmamalı. Özbek, Türkmen, Kırgız adları asırlardır mevcut. Hatta Kırgız adı Türk adından daha eski. Sovyetler Türkistan milli bilincinin ortadan kalkmasına yeni etnisiteler yaratarak değil var olanları kullanarak sebep oldular.
6.6 Doğu Türkistan
Türkistan’ın Çin hakimiyetinde kalan kısmının hikayesi ise biraz daha farklı. 20. Asrın başında Uygur adı sadece tarihin tozlu raflarındaydı ve kimse kendini Uygur olarak tanımlamıyordu. Doğu Türkistanlı Türkler bazen Türk, Sart, Müslüman gibi terimlerle bazen Kaşgarlı, Hotenli, Tarancı (Cungar Kağanlığı döneminde Doğu Türkistan’ın güneyinden kuzeyine göç etmek zorunda kalmış Türk topluluğu) gibi lokal ve alt etnik kimliklerle tanımlıyorlardı. Bazı Doğu Türkistanlılar ise kendilerini Kazan ve Taşkent’teki matbuata Çağatay Türkü olarak tanıtıyorlardı. Tarancılar ve Kaşgarlıları (Kaşgarlı tabiri yer yer Doğu Türkistan’ın güneyini kapsayacak biçimde kullanılıyordu) Uygur çatısı altında birleştirme fikri, Rus İmparatorluğu’ndaki komünist Tarancı muhacir aydınlardan Abdusemetov tarafından ortaya atıldı. Ondan etkilenen diğer komünist Tarancı aktivistler, adında Uygur kelimesi geçen teşkilatlar kurdular. Uygur adının Sovyetler tarafından Türk dünyasını bölmek için ortaya atıldığı düşünebilirsiniz ama bu tabirin kullanılmasını teklif edenlerin amacı bölmek değil birleştirmekti. Abdüsemetov kendini ve Uyguları Türk dünyasının bir parçası olarak görüyordu. Uygur teklifine itiraz edenler ise, Tarancılar ve Kaşgarlıların farklı milletler olduğunu savunanlardı.72
Uygur terimi uzun bir süre için sadece Doğu Türkistanlıların ufak bir kısmı tarafından biliniyordu. 1930’larda kurulan Doğu Türkistan Cumhuriyeti liderleri milletlerine Uygur değil Türkistanlı veya Türk milleti diyorlardı. Uygur etnonimini Doğu Türkistan’ın güneyi ve doğusundaki Türkleri tanımlamak için resmi makamlarca ilk defa 1936 yılında, Doğu Türkistan’ı ele geçiren Çinli savaş ağası Sheng Shicai yönetiminde kullanılmaya başlandı. Bu tarihten sonra kullanımı giderek artmaya başladı. 1940’larda Uygur milli hareketi ikiye bölünmüş haldeydi: Bir tarafta Kuomintang destekli Üç Efendiler (Mesud Sabri, Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin) diğer tarafta Sovyet destekli Üç Vilayet yani İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti yöneticileri (cumhuriyet, Doğu Türkistan’ın kuzeydeki üç vilayetini kapsadığı için böyle anılıyordu). Üç Efendiler, Anadolu’dan Doğu Türkistan’a kadar Türkçe konuşan bütün halkların bir ulus olduğunu savunuyorlardı. İkinci Doğu Türkistan Cumhuriyeti ise –hepsinin Türk kökenli olduğunu kabul etmekle birlikte– ülkede bulunan Uygur, Kazak, Tatar gibi toplulukları ayrı uluslar kabul ediyordu.73
6.7 Günümüzde Türklük
Rus bilim adamı A. N. Samoyloviç, 1923 yılnda Türk dünyasının çatı adı olan Türk ile Türkiye Türklerinin etnik ismi olan Türk’ü ayırmak adına, geniş anlamda Türk için Türki ve Türkskiy, Türkiye Türkleri için Turok ve Türkiye Türkçesi için Turektskiy denmesini önerdi. Daha sonra İngilizcede de iki kavramı ayırmak için Turkish ve Turkic tabirleri kullanılmaya başlandı.74 Geçmişte Sovyet hakimiyetinde kalmış çoğu Türk halkı geniş manada Türk’ü karşılamak için Türki kelimesini kullanmaya başladı. Halbuki 20. Asrın başlarında hem Türk dünyasına hem de Türkiye Türklerine Türk veya Türik (Kazakça) diyorlardı. Azerbaycan’da ise Türk kelimesi iki anlamda kullanılmaya devam ediyor. Sovyet işgali görmemiş Güney Azerbaycan’daki Türklerse Türk adını daha yaygın olarak kullanıyorlar.
Bu arada Türkiye Türkleri dışında doğrudan Türk etnonimini taşıyan başka bir Türk halkı daha var: Doğu Türkistan’ın İli bölgesinde yaşadıkları için İli Türkleri olarak da anılan “Türkler”. Fergana bölgesinde dayanan göç hikayesinden dolayı eskiden İli’deki Türklerin Özbeklerin bir kolu olduğu varsayılsa da bu ufak Türk halkı Özbeklere Özwök, kendilerine Türk diyerek kendilerini Özbeklerden ayırıyor.75
7. Sonuç
Türk, her ne kadar farklılaşmış olsalar da dilleri ve etnogenezlerinin çekirdek unsurları76 temelde bir noktaya dayanan devasa bir ailenin adıdır. Bu aileye verilen Türk adının tarihi 6. yüzyıla dayanıyor. Avrasya bozkırlarında Türkler, boylar ve bodunlar gibi kabilevi birlikler halinde yaşıyorlardı. Bu bodunlardan biri olan Türkler 552 yılında kağanlık kurdular ve kısa sürede birçok boduna boyun eğdirdiler. Bir süre sonra onların hakimiyetine giren boylara da Türk denmeye başlandı. Müslüman alimler Türk kelimesini çeşitli Türk boyları kapsayacak bir çatı terim olarak kullandılar. Hatta daha ileri giderek başta Moğollar olmak üzere birçok Türk olmayan topluluğu bu çatıya dahil ettiler çünkü kendilerinden kuzeyde yaşayan tüm bu göçebelerin aynı kavim olduğunu düşünüyorlardı. Modern Türkoloji’nin gelişmesiyle anadili Türkçe olmayan halklar (Türkçeyi zamanla kaybetmiş Lipka Tatarları hariç) Türk kavramının dışına atıldı ve Türklük biraz daha daralarak bugün anladığımız haline geldi.
19. yüzyılda Türklük fikrini temel alan modern milliyetçi akım bir yandan Osmanlı’da imparatorluğu ulus devlete dönüştürme sürecini başlatırken diğer yandan İsmail Gaspıralı önderliğinde Balkanlar’dan Türkistan’a kadar uzanan modern anlamda Türk milleti yaratma yoluna girmişti. Fakat 1917’de Türk halkları milli mücadelelerini ayrı ayrı vermeye karar verdiler. Bu Türkçülüğün mağlubiyeti değil sadece şekil değiştirmesiydi. Türkçülük ideolojisi ve Türklük fikri Azerbaycan, Türkistan, İdil-Ural gibi Türk topraklarında milli hareketlerinin dayanağı oldu. Sovyetler Rus İç Savaşı’ndan galip ayrıldıktan sonra Türk uluslarını yeniden düzenlediler. Sınırları yeniden çizdiler, Türklük vurgusunu olabildiğince silmeye çalıştılar, birçok milliyetçi entelektüeli Pan-Türkist diyerek öldürdüler. Yine de 20. asırda birçok aydının uğruna mücadele ettiği Türklük fikri hâlâ varlığını sürdürüyor.
Karaçar Menteş
İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1998), 237
Hayrettin İhsan Erkoç, Yenisey’den Seyhun’a Türkler – Kırgızlar, Türgişler, Karluklar ve Oğuzlar, (İstanbul: Kronik Kitap, 2021), 145
Haşim Özel, Kıpçak Uruk ve Boyları (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2020), 148
Özel, Kıpçak Uruk ve Boyları, 21-23
Erkoç, Yenisey’den Seyhun’a, 149
Ahmet Taşağıl, Kök Tengri’nin Çocukları (Avrasya Bozkırlarında İslam Öncesi Türk Tarihi), (İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2013), 235
Ahmet Taşağıl, Ergenekon’dan Kağanlığa Türk Model Devleti Göktürkler, (İstanbul: Bilge Kültür Sanat, 2016), 49-53
Erkoç, Yenisey’den Seyhun’a, 54-55
Taşağıl, Ergenekon’dan Kağanlığa, 61-64
Hayrettin İhsan Erkoç, Hayrettin İhsan Erkoç, “Göktürk Boylarının Tespit Edilmesinde Çin Ve Tibet Kaynaklarının Önemi.” Genel Türk Tarihi Kaynakları: Ordu Çalıştayı Bildirileri (2019), 144
Erkin Ekrem, “Gök Türklerden Türklere: Türk Kimliğinin Oluşmasına Tarihsel Bakış” Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları (HÜTAP) 5 (2006): 22-23 https://dergipark.org.tr/tr/pub/turkiyat/issue/16667/330760
Erkoç, Göktürk Boylarının, 136-141
Erkoç, Yenisey’den Seyhun’a, 55
Peter B Golden, An Introduction to the History of the Turkic Peoples, (Wiesbaden: Otto Harrosswitz, 1992), 115
Ekrem, Gök Türklerden, 7-8
Yehoshua Frenkel, “The Turkic Peoples in Medieval Arabic Writings”, (Oxon: Routledge, 2015)
Joo-Lup Yee, “The Historical Meaning of the Term Turk and the Nature of the Turkic Identity of the Chinggisid and Timurid Elites in Post-Mongol Central Asia”, Central Asiatic Journal 59 (2016), 109
Divan-ı Lûgat-it Türk Tercümesi, çev. Besim Atalay (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1985), 3-4, 350-352
Ahmet Bican Ercilasun, Türk Sözündeki Çok Anlamlılık, MİSAK, 16.08.2019, https://millidusunce.com/misak/turk-sozundeki-cok-anlamlilik/; Joo-Yup Lee, “Turkic Identity in Mongol and post-Mongol Central Asia and the Qipchaq Steppe.” In The Oxford Research Encyclopedia of Asian History. Ed. David Ludden, (New York: Oxford University Press, 2019), 3
Rustam Shukurov, The Byzantine Turks 1204-1461, (Leiden: Brill, 2016), 30-32
Margaret Meserve, Empires of Islam in Renaissance Historical Thought, (Massachusetts: Harvard University Press, 2008), 48
Meserve, Empires of, 130
Giovanni Maria Angiollello, Türk Tarihi: Sultan Fatih'in Sarayında Bir Esir: Giovanni Maria Angiolello Gözünden, trc. Pınar Gökpınar, (İstanbul: Profil Kitap, 2022), 9
Meserve, Empires of, 202
Louis Bazin, “Fransız Türkolojisinin Tarihine Bakış” Marmara Üniversitesi Türklük Araştırmaları Dergisi, 4, (1998): 20-25 ; Halil İnalcık, Türklük, Müslümanlık ve Osmanlı Mirası (İstanbul: Kronik, 2024), 69
Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), (Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, 1972), 29, 51
A. Ahat Andican, Emir Timur – Tarih, Siyaset, Miras, (İstanbul: Selenge Yayınları, 2019), 409
Beatrice Forbez Manz, Timurlenk – Bozkırların Son Göçebe Fatihi, trc. Zuhal Bilgin (İstanbul: Kronik Kitap, 2017), 215; Maria E. Subtelny, Timurids in Transition, (Leiden: Brill, 2007), 69-70
Jean-Paul Roux, Timurlenk, trc. Lale Arslan Özcan (İstanbul: Dergah Yayınları, 2022), 197
Gökhan Açıkgöz, Nizameddin Şâmî ve Şerefeddin Ali Yezdî’nin Eserlerinde “Osmanlı” Algısı, DEÜ Edebiyat Fakültesi Dergisi 9, Sayı 2 (2022), 214
Ercilasun, Nehir Destan, 196-198
Yee, The Historical Meaning, 130
Ercilasun, Türk Sözündeki
Frenkel, The Turkic Peoples
Andican, Emir Timur, 132
Yee, The Historical Meaning, 123
Andican, Emir Timur, 469
Andican, Emir Timur, 469
Asar, Ahmet, Musa Çifci, and Zekerya Batur. “Muhâkemetü’l Lügateyn’in Propaganda Açısından İncelenmesi.” Turkish Studies: International Academic Journal 15, no. 7 (October 2020): 2775. doi:10.7827/TurkishStudies.46135.
1. Mahmud-Nadir Şah Mektuplaşmaları: 3 Numaralı Name-i Hümayun Defteri, 29, 96, 180
Mehmed Neşri, Kitab-ı Cihan - Nümâ : Neşri Tarihi 1. Cilt, haz. Mehmed Reşit Unat, Mehmed A. Köymen (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1949), 9-17
Aşık Paşazade, Osmanoğullarının Tarihi, haz. Kemal Yavuz, M.A Yekta Saraç, (İstanbul: Koç, 2003), 53-54
Halil İnalcık, "THE YÖRÜKS: THEIR ORIGINS, EXPANSION AND ECONOMIC ROLE", Cedrus 2, (2014): 473
Mehmet Öz, “Bazı XV-XVI Yüzyıl Osmanlı Kaynaklarında Türk ve Türkmen Kavramları”, Türk Kimliği Ayvaz Gökdemir’e Armağan, der. Çağatay Özdemir, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2009), 336
Yusuf Ziya Yörükan, Anadolu’da Aleviler ve Tahtacılar, haz. Turhan Yörükan (İstanbul: Ötüken Neşriyat,2023), 424
Bkz. Kahraman Şakul, 2. Viyana Kuşatması – Yedi Başlı Ejderin Fendi (İstanbul: Timaş Yayınları, 2021); Erdoğan Pazarbaşı, “Araisu’l Kur’an’da Türkler”, bilimname X, (2006)
Semih Tezcan, “Divan Şiirinde Türkçe Kaygısı”, Bilig, (Yaz 2010): 262,
Yüksel Çelik, Fatih Yeşil, Osmanlı Modernleşmesinde Tereddüt ve Teceddüt Yılları (1768-1908), (İstanbul: VakıfBank Kültür Yayınları, 2023), 219
Tuncer Baykara, “A Study into the Concepts of “Turkey” and ‘Türkistan’ Which Were Used For the Ottoman State in the XIXth Century”, Tarih Ve Günce 1, sy. 1 (Temmuz 2017)
Mehmet Kaan Çalen, Tarih ve Kimlik: Türklük Müslümanlık Osmanlılık (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2021), 25-30
Ahmet Kanlıdere, İdil-Ural ve, 221-224
Yusuf Akçura, Türkçülüğün Tarihi, haz. Erol Kılınç, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2015)
Yavuz Akpınar, İsmail Gaspıralı Seçilmiş Eserler 2: Fikri Eserleri (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2019), 47
Mehmet Emin Resulzade, Pan-Turanizm ve Kafkasya Meselesi, çev. Vügar İmanbeyli, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2020, 62
Edige Burak Atmaca, Sovyetlere Muhalefet Türk Siyasi Muhacirlerinin Bolşevik ve Türk Devrimlerine Bakışı (1923-1934), (Ankara: Karakum Yayınları, 2020), 60
Danielle Roos, Tatar İmparatorluğu, çev. Kadri Mustafa Orağlı, (İstanbul: Ötüken Neşriyat), 335
Ahmet Kanlıdere, Kazanlı Ayaz İshaki, 120
Bkz. Halim Sabit, “Şimal Türklerinde Türkçülük ve Tatarcılık”, Meşrutiyetten Cumhuriyete Modern Türk Düşüncesinde Milliyetçilik, der. Mehmet Kaan Çalen, Haluk Kayıcı, (İstanbul: Bilge Oğuz, 2014)
Ahmet Kanlıdere, İdil-Ural ve Türkistan’da Fikir Hareketleri Dini Islahçılık ve Ceditçilik, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2021), 195 ; Ahmet Kanlıdere, Sosyalizmden Türkçülüğe Kazanlı Ayaz İshaki, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2019), 230
İsmail Gaspıralı, İsmail Gaspıralı Seçilmiş Eserleri 3 - Dil, Edebiyat, Seyahat Yazıları, haz. Yavuz Akpınar, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2008) 183-185
Mehmet Emin Resulzade, “Azerbaycan Cumhuriyeti Keyfiyet-i Teşekkülü ve Şimdiki Vaziyeti”, Mehmet Emin Resulzade Seçme Eserleri 1, haz. Yavuz Akpınar (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2020), 155
Olivier Roy, Yeni Orta Asya – Ya da Ulusların İmal Edilişi , (İstanbul: Metis Yayınları, 2018), 48 ; Khalid, Making Uzbekistan, 259
Köşim Yesmagambetov, Mustafa Çokay: Türkistan Bağımsızlık Mücadelesine Adanmış Bir Ömür, çev. Vecihi Sefa Fuat Hekimoğlu (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2015), 150
Baymirza Hayit, “Basmacılar: Türkistan Milli Mücadele Tarihi (1917-1934)”, (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfi Yayınları, 1997), 42
Andican, Cedidizmden Bağımsızlığa, 35-41
Rahim Masov, The History of a National Catasrophe, trans. Iraj Bashiri (USA: 2013), 16
A. Ahat Andican, Cedidizmden Bağımsızlığa Hariçte Türkistan Mücadelesi, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2020), 65
Nurettin Hatunoğlu, “Buhara Ahbarı Gazetesine Göre Türkiye Milli Mücadelesinin Buhara’daki Yansımaları", (XVII. Türk Tarih Kongresi’nde sunulan bildiri, Ankara, Eylül 15-17, 2014)
Andican, Cedidizmden Bağımsızlığa, 107
Andican, Cedidizmden Bağımsızlığa, 563-567
Adeeb Khalid, Making Uzbekistan: Nation, Empire, and Revolution in the Early USSR, (Ithaca and London: Cornell University Press, 2015), 297
Brophy, David. “Taranchis, Kashgaris, and the ‘Uyghur Question’ in Soviet Central Asia.” Inner Asia 7, no. 2 (2005): 166, 170, 182
Bkz. Ondřej Klimeš, Struggle by Pen: The Uyghur Discourse of Nation and National Interest, c. 1900–1949, (Leiden: Brill, 2015)
İlyas Kemaloğlu, Altın Orda ve Rusya: Rusya Üzerindeki Türk-Tatar Etkisi, (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2022) ,180
Zhào Xiāngrú and Reinhard F. Hahn, The Ili Turk People and Their Language, Central Asiatic Journal , 1989, Vol. 33, No. 3/4 (1989), 262
Çekirdek unsur kavramı için bkz. Karaçar Menteş, Türkiye’de Türk Yok Mu?, Mürekkep https://www.murekkepyayincilik.com/p/turkiyede-turk-yok-mu