Travma Efsanesi
Travma efsanesinin gücü inkâr edilemez. Zihinsel acıyı olumlar, anlam verir ve kurtuluş umudu sunar. Ancak davranış genetiği bu efsaneyi yerle bir edecek.
Cana yakın ve seksenlerinde bir ihtiyar olan Bessel van der Kolk, beklenmedik bir şekilde guru ve küçük çapta ünlü biri olarak nam saldı. Kitabı Beden Kayıt Tutar, 240 hafta boyunca New York Times en çok satanlar listesinde yer aldı ve dünya çapında 2 milyondan fazla kopyası satıldı. Şu anda haftanın en çok satanları listesi olan Amazon Charts’ta 7. sırada yer alıyor. Kitabı Amazon'da 66.000'den fazla okuyucu değerlendirdi. Çoğu değerlendirme, kitabı "devrim niteliğinde," "hayat değiştirici" ve "dönüştürücü" olarak tanımlıyor. Kitap anekdot, efsane ve klişe kişisel gelişim sözlerinin (hipotalamus, amigdala, anterior singulat gibi) bilimsel terimlerle harmanlanmış etkileyici bir karışımından oluşmakta. van der Kolk'un vermek istediği mesaj çoğu acımızın kökünde travma yattığı yönünde. Bu gerçekten sıklıkla kaçınırız –zihinlerimiz gerçeği büker, çarpıtır ve bastırır. Ancak bedenlerimiz ve beyinlerimiz, sürekli bir semptom derlemesi üretir: panik ataklar, depresif nöbetler, bipolar bozukluk, sınırda (sınırda) kişilik örüntüleri, kronik yorgunluk, fibromiyalji… Neyse ki, bu acı kaçınılmaz değildir. Travmamızı kabul ederek iyileşebilir ve kendimizle bütünleşebiliriz.
Travma efsanesinin gücü inkâr edilemez. Zihinsel acıyı olumlar, ona anlam verir ve kurtuluş umudu sunar. İnsanlar günahkâr oldukları için ya da genler gibi anlaşılması zor kişinin elinde olmayan güçler yüzünden değil, ihlal edilmiş ve mağduriyet yaşamış oldukları için acı çekerler.
Ancak, Beden Kayıt Tutar kitabındaki birçok ampirik iddia, bilimsel eleştiriye dayanmıyor. Diğer efsanelerin aksine, travma efsanesi, epidemiyoloji, nörobilim, endokrinoloji, genetik ve biyoloji alanındaki en son bulgulara dayandığını iddia eder ve etkili tedavi yöntemleri hakkında kanıta dayalı iddialarda bulunur. Bu iddialar ne kadar abartılı veya yanıltıcılarsa, potansiyel olarak o kadar derin ve zararlı sonuçları olabilir. Örneğin, van der Kolk kendinden emin bir şekilde, bastırılmış hatıraların gerçekliğini belgeleyen "bir asırdan uzun bir süreyi kapsayan yüzlerce bilimsel yayın" olduğunu iddia ediyor. Ancak, hafıza uzmanlarının fikir birliği şüpheci olmakla beraber, bastırılmış hafıza akımı birçok yanlış çocuk cinsel istismarı suçlamasına yol açmıştır.
Bu makalede, Sınırda Kişilik Bozukluğu’na (SKB), çoğunlukla çocukluk travmasının, özellikle de çocukluk dönemi cinsel istismarının sebep olduğu iddiasına odaklanacağız. SKB'ye odaklanmamızın ise birkaç nedeni var. Birincisi, TSSB (Travma Sonrası Stres Bozukluğu) dışındaki yaygın mental bozukluklar arasında çocukluk travması ile en sık ilişkilendirilenin Sınırda Kişilik Bozukluğu olması. Küçük bir kanıt sunmak gerekirse, "Travma ve Sınırda Kişilik Bozukluğu" hakkında yapılan bir Google aramasının 9 milyondan fazla sonuç getirdiğini görebiliriz. Gerçekten de, Bessel van der Kolk gibi bazı önde gelen bilim insanları, SKB'nin travma spektrumu bozukluğu olarak kabul edilmesi gerektiğini savunuyorlar.
İkincisiyse, SKB'yi olumsuz bir yaftalamadan kurtarma hareketinin varlığı. Bu hareket, acı çekenlerin "kendi şanssızlıklarının faili" olarak değil, daha çok mağdur olarak görülmeleri fikrine dayanıyor. Bu hatalı bir yaklaşımdır; bir bozukluğun etiyolojisi, toplum tarafından etiketlenip etiketlenmemesini belirlememelidir. SKB travma kaynaklıysa, neden genetik ve rastgele çevresel faktörlerden kaynaklı olduğundan daha az yadırganması gerektiği belirsizdir.
Sınırda Kişilik Bozukluğu’nun neden olduğu acıya (hem hastalara hem de sevdiklerine) şefkatli bir biçimde yaklaşılabilirken, aynı zamanda altta yatan etiyoloji konusunda bilimsel olarak titiz ve dürüst olunabilir.
Üçüncüsüyse, SKB'ye ilişkin birçok yüksek kaliteli, genetik bilgiye dayalı çalışmanın karıştırıcı değişkenleri kontrol etmemize, aynı zamanda da genetiğin ve çevrenin rolünü derinlemesine incelememize olanak tanıması. Bu da bize travma efsanesinin bir hipotezini keskin bir odakla inceleme fırsatı veriyor. Eğer SKB'nin travma teorisi geçerli değilse, bu en azından travma efsanesinin diğer iddiaları hakkında şüphe uyandırabilir.
Sınırda Kişilik Bozukluğu Nedir?
"Sınırda Kişilik Bozukluğu" terimi (SKB), ilk olarak 1938'de Adolf Stern tarafından psikoz veya nevroz kategorilerine uymayan hastaları tanımlamak için kullanıldı. 1975'te John Gunderson ve Margaret Singer, yoğun kişilerarası ilişkiler ve dürtüsellik dahil olmak üzere SKB'nin tanımlayıcı özelliklerini belirleyen bir inceleme makalesi yayınladılar. Terimin kendisi biraz tartışmalı olsa ve SKB’nin varlığı bireyler arasında farklılık gösterse de, belirli temel özelliklere ilişkin genel bir fikir birliği vardır (DSM-V1 kriterleri için Tablo 1'e bakınız).
Genellikle, Sınırda Kişilik Bozukluğu’na sahip bireyler, çalkantılı ve istikrarsız kişilerarası ve romantik ilişkiler geçmişine sahiplerdir. Sıklıkla diğer insanları idealize etme ve değersizleştirme arasında gidip gelirler; hızla değişen normlar, değerler ve hedeflerle kimlik istikrarsızlığı yaşarlar; çeşitli alanlarda dürtüsellik ve disinhibisyon2 sergilerler; kendilerine zarar verme ve intihar eğilimindedirler, belirgin bir duygudurum tepkiselliği ve duygusal hassasiyet gösterirler ve sevdikleri tarafından gerçekten veya algıladıkları üzere terk edilmeden kaçınmak için olağan dışı bir çaba harcarlar.
Sınırda Kişilik Bozukluğu’nun yaşam boyu süreğenliğiyle ilgili tahminler, örneklem ve değerlendirme yöntemine bağlı olarak önemli ölçüde değişmektedir. Yükseköğrenim öğrencileri arasında yapılan kapsamlı bir inceleme, yaşam boyu süreğenliğin %9,7 olduğunu rapor ederken, toplum ortamlarındaki nokta süreğenliğini inceleyen bir inceleme, bireylerin %1'inin Sınırda Kişilik Bozukluğu’na sahip olduğunu göstermiştir.
Sınırda Kişilik aynı zamanda yüksek düzeyde komorbidite de sergiler. Örneğin, 34.481 katılımcıyı içeren Ulusal Alkol ve İlişkin Durumlar Epidemiyolojik Araştırması'ndan (NESARC) elde edilen verileri analiz eden bir çalışma, SKB'li bireylerin %83'ünün yaşam boyu bir duygudurum bozukluğu veya nöbeti, %85'inin yaşamları boyunca bir anksiyete bozukluğu ve %78'inin yaşamları boyunca madde kullanım bozukluğu yaşadığını ortaya koydu. İsveç’te yapılan kayda değer bir kayıt çalışması, klinik olarak tanı konmuş 11,000'den fazla SKB'li bireyi içeriyordu ve bu bireylerin %95.7'sinin en az bir başka psikiyatrik tanı aldığını, anksiyete bozukluklarının (%75.7), duygudurum bozukluklarının (%76) ve madde kullanım bozukluklarının (%48.6) en yaygın komorbid durumlar olduğunu buldu.
SKB, yüksek hastalık oranı ve ölüm oranı ile ilişkilidir ve hastane ortamlarında sıkça karşılaşılır. Belki de en endişe verici olan şey, SKB'li bireyler arasında intihar girişimi ve başarıyla tamamlanmış intihar riskindeki önemi yadırganamaz derecede yüksektir. Tahminlere göre, tanı konmuş bireylerin yaklaşık %75'i en az bir intihar girişiminde bulunacak, %2-5'i ise tanı konduktan sonra 5-14 yıl içinde intihar edecek ve %8-10'u tanı konmadan 15-27 yıl içinde intihar edecektir.
Tablo1. Sınırda Kişilik Bozukluğu tanısı için DSM-V Kriterlerinin açıklaması.
Sınırda Kişilik Bozukluğu için DSM-V Kriterleri (5 veya Fazlası Karşılanmalı)
Gerçek ya da düşsel terkedilmeyi önlemek için aşırı efor sarf etme (Not: 5. kriterde bahsedilen intihar ya da kendine zarar verme davranışlarını içermez.)
İdealleştirme ve değersizleştirme arasındaki sınırlarda değişkenlikle karakterize edilen tutarsız ve yoğun kişilerarası ilişki örüntüleri
Kimlik karmaşası: Belirgin ve sürekli olarak tutarsız bir benlik algısı ya da kendilik hali
Potansiyel olarak kendine zarar verici olan en az iki alanda dürtüsellik (örn., harcama yapma, cinsellik, madde kullanımı, dikkatsiz araç kullanma, tıkanırcasına yeme) (Not: 5. kriterde bahsedilen intihar ya da kendine zarar verme davranışlarını içermez.)
Sürekli olarak görülen intihar davranışı, girişimleri ve tehditleri ya da kendine zarar verme davranışları
Duygulanımdaki tutarsızlık nedeniyle ortaya çıkan duygudurumda belirgin değişkenlik (örn., genellikle birkaç saat ve nadiren birkaç günden fazla süren yoğun dönemsel disfori, çabuk öfkelenme ya da kaygı)
Süreğen boşluk hissi
Uygunsuz, yoğun öfke ya da öfkeyi kontrol etmekte zorluk (örn., sıklıkla gösterilen kızgınlık, sürekli öfke hali, tekrarlayan fiziksel kavga)
Kısa süreli, stres bağlantılı kuşkucu düşünceler ya da şiddetli dissosiyasyon3 belirtileri.
SKB ve Çocukluk Travması Hakkında Genel Hipotezler
Sınırda Kişilik Bozukluğu ile çocukluk çağı travması arasındaki ilişkiyi açıklayabilecek üç büyük hipotez vardır (Şekil 1'e bakınız).
Çevreci Hipotez (Basit Travma Efsanesi): Çocukluk travması ile Sınırda Kişilik Bozukluğu gelişimi arasında nedensel bir ilişki bulunur ve çevre bu ilişkide belirleyici bir rol oynar. Çevreci hipotez, travma yaşayan herhangi bir çocuğun veya ergenin Sınırda belirtileri geliştirme potansiyeli olduğunu ve ciddi vakalarda klinik Sınırda Kişilik Bozukluğu’na kadar ilerleyebileceğini iddia eder. Dahası, bu hipotez doza bağlı bir tepkiyi öne sürer; bu da travma şiddetinin Sınırda semptomlarının ciddiyeti ile pozitif yönde ilişkili olduğu anlamına gelir. Diğer hipotezlerden farklı olarak genetik, SKB gelişiminde nedensel bir faktör olarak kabul edilmez, bu da düşük ila sıfır kalıtımla sonuçlanırken, paylaşılan çevresel faktörlerin etkisinin orta ila büyük olduğu tahmin edilir.
Biyososyal Hipotez (Sofistike Travma Efsanesi): SKB ile çocukluk travması arasındaki ilişki gerçekten de nedenseldir, ancak sadece belirli bir yatkınlığa sahip kişiler travma sonrasında Sınırda belirtileri geliştirir (gen-çevre etkileşimi = GxE). Sınırda Kişilik Bozukluğu'nun stres-yatkınlık modellerinde, kalıtsallık orta ila yüksek aralıkta olabilir, aynı zamanda paylaşılan ve/veya paylaşılmayan çevresel etkilerin Sınırda belirtilerindeki varyasyona katkıda bulunması beklenir.
Genetik Karıştırıcı Hipotezi: Sınırda Kişilik Bozukluğu ile travma arasında gözlemlenen ilişki yanıltıcıdır ve genetik ile çevre arasındaki bir bağıntı (rGE) tarafından tetiklenir. Yani, SKB ile ilişkilendirilen genler, travmatik deneyimlerin daha yüksek oranlarda görüldüğü ortamlarla ilişkilidir. Örneğin, düşük dürtü kontrolü ve yüksek duygusal reaktivite gibi özelliklere sahip ebeveynler, bu özelliklerle ilgili genleri çocuklarına aktarabilirler. Ayrıca, bu ebeveynler kaotik ev ortamları yaratmaya ve çocuklarını fiziksel ve duygusal olarak istismar etmeye daha yatkındırlar. Bu açıdan bakıldığında yaşanan travma nedensel değildir; bunun yerine, SKB'nin gelişimine katkıda bulunan, ebeveynlerden çocuklarına aktarılan genlerdir.
Şekil 1. Travma ile Sınırda Kişilik Bozukluğu arasındaki potansiyel nedensel bağlantılar.
rGE = Gen-çevre bağıntısı (Gene Environment Correlation): Figürde, travmadan SKB'ye olan yol genler aracılığıyla geçer ve nedensel değildir.
GxE = Gen-çevre etkileşimi (Gene Environment Interaction): Travma nedensel olarak SKB'ye bağlıdır, ancak etki bireyin genleri tarafından modere edilir.
Travmanın Sınırda Kişilik Bozukluğu ile İlişkilendirilmesine Dair Teoriler
Araştırmacılar, çocukluk çağı travmasının ve Sınırda Kişilik Bozukluğu’nun nedensel bağlantısını açıklamak için çevreci ve biyososyal perspektiflerden sayısız teori ileri sürmüşlerdir. Teorilerin mutlaka birbirini dışlaması gerekmez, ancak vurgu farklılıklarına sahiptirler.
Judith Lewis Herman, özellikle esir kampları veya istismarcı aileler gibi bireyin başka bir kişinin kontrolü altında olduğu durumlarda, kronik olarak aşırı strese maruz kalmaktan kaynaklanan bir dizi semptomu açıklamak için karmaşık TSSB (Travma Sonrası Kişilik Bozukluğu) kavramını ortaya attı. Herman, bu koşullarda hayatta kalanların, basit TSSB'ye kıyasla daha karmaşık, yaygın ve tedavisi zor bir semptom profili sergilediğini gözlemledi. Herman'a göre Sınırda Kişilik Bozukluğu, Sınırda'nın temel semptomlarının, kronik istismar ve kontrol ile karakterize edilen bir çevreye uyum sağlayıcı veya uyumsuz tepkiler olduğu bir travma spektrumu bozukluğu olarak görülebilir. Örneğin, dissosiyasyon, Sınırda hastalarının ezici derecede korkunç gerçeklikle yüzleşmesinde bir başa çıkma mekanizması olarak hizmet edebilirken, depresyon derin bir inanç ve umut kaybından kaynaklanabilir. Ek olarak, uzun süreli aşırı hassasiyet (hipervijilans) ve bunun sonucunda kişinin vücudunda oluşan stres nedeniyle baş ağrıları ve mide-bağırsak rahatsızlıkları gibi somatik semptomlar ortaya çıkabilir.
Bessel van der Kolk ve ekip arkadaşları, özellikle çocukluk döneminde uzun süreli ve şiddetli travma yaşamanın, uyumsal duygu düzenlemede zorluklara, parçalanmış bir benlik duygusuna ve gelişimsel durgunluğa neden olabileceğini iddia ettiler. Sınırda Kişilik Bozukluğu’nun semptomlarının, bireylerin travmatik deneyimler sırasında geliştirilen başa çıkma mekanizmalarını kullanarak kendilerini sakinleştirmeye yönelik girişimleri olduğunu öne sürdüler. Örneğin dissosiyasyon, bilinci daraltarak ve hem fiziksel hem de psikolojik sıkıntıdan uzaklaşarak aşırı stresle başa çıkmaya yarar. Ek olarak, başkalarını aşırı idealleştirme ve değersizleştirme arasında gidip gelmeyi içeren bölünme olgusu, çocukluktan kalma etkileşim kalıplarını ve bütünleşmiş kişilik eksikliğini yansıtır.
Laura Kaehler ve Jennifer Freyd, ihanet travması ile Sınırda Kişilik özellikleri arasında daha spesifik bir bağlantı olduğunu savundular. İhanet travması, destek ve güvenlik sağlaması gereken bakıcı veya ebeveynler travmanın kaynağı haline geldiğinde ortaya çıkar. Çocuğun bu bireylere bağlılığı hayatta kalmaları için çok önemli olduğundan, çocuklar sıklıkla şiddetli istismar karşısında bile ilişkiyi sürdürmeye mecbur hissederler. İhanet travmasıyla başa çıkmak için bireyler, tehdit edici bilgilerin tam bilinçli farkındalıklarına girmesini engellemek için dissosiyasyon, amnezi ve bastırma gibi stratejilere başvurabilirler. Bu nedenle, ihanet travmasından muzdarip bireylerin, SKB'nin tipik semptomları olan bağlanma sorunlarına (güven eksikliği) ve bilişsel dissosiyasyona sahip olacağı tahmin edilir.
Marsha Linehan’ın önerdiği biyososyal teori, çocukluk travması ile Sınırda Kişilik Bozukluğu’nu bağdaştıran teoriler arasında en biliniri ve etkilisi oldu. Linehan'a göre, belirli biyolojik hassasiyetler ve çevresel etkilerin bir kombinasyonu, Sınırda semptomlarının (GxE) ortaya çıkmasına katkıda bulunuyor. Temel biyolojik zaafiyet, duygusal duyarlılığın artması, yoğun duygusal tepkilerin etkili bir şekilde düzenlenememesi ve duygusal dengeye daha yavaş dönüşle sonuçlanan duygusal düzensizliktir. Savunmasız bireyler, özel deneyimlerinin ve duygularının ifade edilmesinden caydıran veya bunlara düzensiz ve uygunsuz tepkiler veren çevrelerde ("geçersizleştirici çevre") büyüdüklerinde, duygusal tepkilerini düzenlemek için gerekli araçları öğrenemezler. Sonuç olarak, bu bireyler sıklıkla duygusal istikrarsızlık yaşarlar, aşırı duygusal sınırlar arasında gidip gelirler ve yüksek düzeyde duygusal kararsızlık sergilerler; bunların tümü SKB'nin ayırt edici özellikleridir.
Yukarıdaki teoriler çocukluk travmasından Sınırda Kişilik Bozukluğu’na yol açan yaklaşık psikolojik –ve biraz daha az da olsa, fizyolojik– mekanizmalara odaklanırken, bazı yeni teoriler nihai veya evrimsel açıklamalara odaklanmaktadırlar. Evrimsel bir perspektiften bakıldığında, belirli Sınırda semptomlar, çocuklukta karşılaşılan yüksek düzey olumsuzluklara uyum sağlama yanıtı olarak görülebilirler. Özellikle, çocuklukta yaşanan zorluklar yüksek dışsal ölüm oranları ve düşük ebeveyn yatırımının bir belirtisi olarak yorumlanabilir ve uzun vadeli somatik bakımdan hemen üreme hedeflerine doğru bir geçişe yol açabilir. Bu bakış açısından, Sınırda hastalarında görülen yüksek saldırganlık, güvensiz bağlanmalar, dürtüsellik ve cinsel serbestlik, hızlı bir yaşam öyküsü stratejisinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Yaşam öyküsü teorisinin lehinde, Amerika Birleşik Devletleri'nde ulusal düzeyde temsili bir araştırmadan elde edilen kanıtlar Sınırda özelliklerinin ilk cinsel ilişki yaşıyla negatif, çocuk sayısı ve evlilik sayısıyla pozitif ilişkili olduğunu buldu.
Bu teorilerden ilk üçü travma efsanesinin çoğunlukla çevreci türevleriyken, Linehan’ın biyososyal teorisi ve evrim temelli yaşam öyküsü teorileri travma efsanesinin daha sofistike versiyonlarını temsil ediyorlar ve biyososyal hipotezle daha uyumlular. Çevreci pozisyon gözleme dayalı araştırmalar ve klasik davranış genetiğinin bir karışımıyla test edilebilir. Biyososyal hipotezler ve genetik karıştırıcı hipotezini ayırt etmek için daha sağlam bir nedensel çıkarım metotuna ihtiyaç vardır.
Travmayı Sınırda Kişilik Bozukluğu’na Bağlayan Kanıtlar
Sınırda Kişilik Bozukluğu üzerine yapılan erken nedensel çalışmalar, psikodinamik yönelime sahiptirler ve ebeveyn ayrılığı veya kaybı ile bozulmuş ebeveynlik örüntülerine odaklandılar. 1980'lerin sonlarından itibaren, araştırmacılar (fiziksel ve cinsel istismar dahil) çeşitli çocukluk travmaları ile Sınırda Kişilik Bozukluğu gelişimi arasındaki bağlantıyı incelemeye başladılar. Genellikle araştırmacılar, tanı almış Sınırda Kişilik Bozukluğu olan hastalarıyla klinik olmayan Sınırda kontrol gruplarını karşılaştıran geriye dönük (retrospektif) vaka-kontrol yöntemleri kullandılar.
Örneğin Herman, Perry ve van der Kolk (1989) 23 Sınırda hastasını 21 klinik kontrol grubuyla karşılaştırdılar. SKB hastalarının %81'inin travma yaşadığını, kontrol grubunun ise sadece %52'sinin travma yaşadığını buldular. SKB hastaları, SKB olmayan gruba göre iki kattan fazla oranda (%67 ila %26) cinsel istismara maruz kalmışlardı. Benzer şekilde Westen ve ekip arkadaşları (1990) SKB hastalarının klinik kontrollere göre daha fazla fiziksel istismara, cinsel istismara ve ihmale maruz kaldıklarını buldular. Bu ilk vaka –kontrol çalışmaları Tablo 2'de özetlenmiştir. Altı çalışmanın sonuçları oldukça tutarlıdır. Bunların her birinde Sınırda Kişilik Bozukluğu, klinik kontrollere göre daha yüksek düzeyde genel çocukluk çağı travması, fiziksel istismar ve cinsel istismarla ilişkiliydi.
Tablo 2. Çocukluk çağı travması/istismarı ile Sınırda Kişilik Bozukluğu arasındaki ilişkiye dair erken dönem vaka-kontrol çalışmaları.
Kaynaklar: Links, Herman, Zanarini, Ogata, Westen, Goldman
İlişkinin tutarlılığı nedensellik çıkarmak için önemli bir kriter olabilir, ancak tek başına yeterli değildir. Ayrıca, vaka-kontrol çalışmaları birçok potansiyel önyargıya (örneğin, hatırlama önyargısı) maruz kalırlar, karıştırıcı değişkenleri tamamen elemekte yeterli değillerdir ve bu nedenle genellikle yüksek kaliteli kanıt olarak kabul edilmezler. Bununla birlikte, daha yeni geriye dönük kuşak çalışmaları ve temsilci örneklem temelli epidemiyolojik çalışmalarda, çocukluk travması ile sonraki Sınırda Kişilik Bozukluğu gelişimi arasında benzer bir ilişki bulunmuştur. Çocukluk travması ile SKB arasındaki bu ilişki, Türkiye, Almanya, Kanada, Hollanda, Brezilya ve Güney Kore gibi birçok ülkede belgelenmiştir.
2020 yılına ait en kapsamlı ve güncel gözlemsel çalışmaların incelendiği 97 çalışmayı içeren bir meta-analiz, Sınırda Kişilik Bozukluğu olanların %71'inin en az bir olumsuz çocukluk deneyimi rapor ettiğini bulmuştur. Bu kişilerin %48,9'u fiziksel ihmal, %42,5'i duygusal istismar, %36,4'ü fiziksel istismar ve %32,1'i cinsel istismar yaşadıklarını rapor etmişlerdir. SKB bireylerini klinik olmayan kontrol gruplarıyla karşılaştıran vaka çalışmalarında, herhangi bir olumsuz durum için oranlar 16,86, fiziksel istismar için 9,18 ve cinsel istismar için 6,76 olarak bulunmuştur. Klinik kontrol gruplarıyla karşılaştırıldığında, oranlar 2 ile 4 arasında değişmektedir.
Neden-sonuç çıkarımı için başka bir kriter ise doz bağımlılığıdır. Örneğin, sigara içme ve akciğer kanseri üzerine yapılan erken vaka-kontrol çalışmalarında, bir günde içilen sigara sayısı ile akciğer kanseri olasılığı arasında doza bağımlı bir ilişki keşfedildi. Bu, ilişkinin nedensel olduğuna dair bir sonuca varmada önemli bir faktördü.
Çocukluk çağı travması veya istismarı ve SKB ile ilgili çoğu çalışma, daha şiddetli travmanın aslında daha kötü semptomlarla ve daha kötü prognozla ilişkili olduğunu bulmuştur. Birkaç temsili örnek: Zanarini ve meslektaşları (2002), 290 Sınırda hastası arasında travmanın şiddetinin, duygudurum, biliş ve dürtüsellikteki belirtilerle ilişkilendiğini bulmuşlardır. Watson ve meslektaşları (2006) 139 Sınırda hastasında duygusal istismar, fiziksel istismar, duygusal ihmal ve dissosiyatif semptom düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki bulmuşlardır. Hengartner ve ekip arkadaşları (2013), nüfusa dayalı bir örneklemde toplam çocukluk çağı olumsuz yaşantılar ölçeği puanı ile SKB arasında bir doz-yanıt ilişkisi bulmuşlardır. Ayrıca çocuklukta yaşanan olumsuz yaşantıların sınırda semptomlardaki çeşitliliğin %27,8'ini açıkladığını da belirtmişlerdir. Son olarak, Turniansky ve meslektaşları (2019), uzun süreli cinsel istismara maruz kalan SKB hastalarının, maruz kalmayan SKB hastalarına göre daha fazla hastaneye yatış, intihar girişimi ve alkol tüketimi oranlarına sahip olduğunu bulmuşlardır.
Konunun sistematik bir incelemesinde Jeffrey Ball ve Pall Links, çocukluk çağı travması ile SKB arasındaki ilişkinin Bradford Hill'in nedensellik kriterlerinin (güçlü bir ilişki, biyolojik olasılık, tutarlılık, doza bağımlılık ve geçicilik dahil olmak üzere) çoğunu karşıladığını ileri sürüyorlar. Şu sonuca varıyorlar:
"Öyle görünüyor ki, SKB etiyolojisi araştırmasını sürdürürken, sonuçta bütünleşik, çok faktörlü bir model benimsenecektir. SKB'nin etiyolojisinin muhtemelen çok faktörlü olduğuna itiraz etmiyoruz. Ancak kanıtlara, özellikle de Hill'in [nedensellik] kriterlerine dayanarak, çocukluk çağı travmasının bu modelde etiyolojik bir faktör olarak rol oynadığını iddia edebiliriz."
Neden-Sonuç İlişkisinin Anlaşılması
Yukarıda sunulan kanıtlar güçlü görünüyor ve Sınırda Kişilik Bozukluğu konusundaki en önemli uzmanlardan bazıları tarafından destekleniyor. Ancak, gözlemsel araştırmalardan neden-sonuç ilişkisi çıkarmanın ciddi eksikleri vardır. Çocukluk travması ile SKB belirtileri arasındaki ilişki ne kadar tutarlı olursa olsun, bilim insanları bu araştırma tasarımlarındaki tüm potansiyel karıştırıcı değişkenleri kontrol edemezler. Örnek olarak, genetik karıştırıcı hipotezi genetik bilgilere dayalı araştırma tasarımları olmadan test edilemez. Dahası, literatürün yayın yanlılığı nedeniyle gölgelenmiş olması ve bunun çocukluk çağı travması ile Sınırda Kişilik özellikleri arasındaki ilişkinin boyutunu şişirmesi mümkündür. Son olarak, Sınırda Kişilik Bozukluğu olan bireylerin geriye dönük çalışmalarda ve anketlerde çocukluk travmasını (herhangi bir nedenle) aşırı raporlamış olmaları durumunda, etki büyüklüğünün ters nedensellik tarafından şişirilmiş olma olasılığı vardır.
Yayın Yanlılığı, Metodolojik Kalite ve Ters Nedensellik
Porter ve ekip arkadaşları (2020) kapsamlı meta-analizlerinde yayın yanlılığını resmi olarak kontrol ettiler. Genel olarak, çocuklukta yaşanan olumsuzluklar ile SKB arasındaki olasılık oranının vaka kontrol çalışmalarında yayın yanlılığı düzeltildiğinde neredeyse %18 düştüğünü buldular (16,86'dan 13,91'e) (Şekil 2'ye bakınız). Ayrıca epidemiyolojik çalışmalarda (2,56) ve geriye dönük kuşak çalışmalarında (2,59) etki büyüklükleri vaka kontrol çalışmalarına göre çok daha küçüktü. Dikkat çekici bir şekilde, ileriye dönük kuşak çalışmasında cinsel istismara ilişkin olasılık oranı, vaka kontrol çalışmalarına (5,96) göre önemli ölçüde daha düşüktü (1,46).
Şekil 2. Çocukluk çağı olumsuz yaşantıları ile Sınırda Kişilik Bozukluğu arasındaki ilişki.
Prospektif çalışmalarda daha küçük etkiler bulunmasının birçok olası açıklaması vardır. Temsili örneklere dayalı yalnızca iki çalışmanın ve iki ileriye dönük kuşak çalışmasının (ve çocukluktaki cinsel istismarı değerlendiren yalnızca bir çalışmanın) bulunduğunu belirtmek de önemlidir. Olası bir açıklama, vaka kontrol çalışmalarının, genellikle yatılı tedavi tesislerinde bulunan, daha şiddetli SKB semptomları olan bireyleri seçmesidir. Bu bireylerin, daha orta dereceli SKB semptomları olan bireylere göre daha şiddetli çocukluk çağı travma geçmişlerine sahip olmaları muhtemeldir.
Bununla birlikte, Sınırda Kişilik Bozukluğu olan kişilerin kişilerarası ilişkilerde sıkıntı yaşadıkları ve sıklıkla aile üyelerini ve sevdiklerini değersizleştirdikleri göz önüne alındığında, bu tür bireylerin belirsiz çocukluk olaylarını ve etkileşimleri travmatik olarak yeniden yorumlama eğiliminde olabileceği ve bu şekilde anlamlı bir öykü oluşturarak zihinsel sıkıntılarını, kronik boşluk hissini, yalnızlığı ve ilişki zorluklarını rasyonelleştirmeye çalışabileceği de mümkündür. Bu senaryoda uyumsuzluğun azaltılması (dissonance reduction)4 ve sonradan gerekçelendirme, geriye dönük çalışmalarda travmanın gereğinden fazla rapor edilmesine yol açmaktadır.
Başka bir olasılık, Sınırda Kişilik Bozukluğu olan bireylerin, bastırdıklarına inandıkları çocukluk istismarı ve travma anılarını uydurma eğiliminde olmalarıdır. Bu durum özellikle terapi alan bireyler için daha olası olabilir. Büyük, ulusal düzeyde bir anket, terapi alan 1,082 bireyin %20,1'inin terapistlerinin çocukluklarında istismara uğramış olma ve bu anıları bastırmış olma olasılığını tartıştığını rapor etmiştir. Ve %11,3'ü daha önce böyle bir anıları olmamasına rağmen çocukluklarında istismara uğradıklarına inanmaya başladıklarını bildirmiştir. Sınırda Kişilik Bozukluğu olan bireyler psikiyatrik hizmetlere ve bireysel terapiye yüksek oranda başvururlar, bu nedenle eğer sadece küçük bir yüzde bile kendilerine çocukluklarında istismara uğradıklarına inanmaya başlarsa, bu çocukluk travmasıyla ilgili retrospektif değerlendirmeleri önemli ölçüde çarpıtabilir.
Son olarak, SKB'li bireylerin küçük bir azınlığının sempati kazanmak ve başkalarını manipüle etmek için cinsel, fiziksel ve duygusal istismar hikayeleri uydurması muhtemeldir.
Kalıtım ve Uyumsuz (Diskordant) İkiz Çalışmaları
Yayın yanlılığı ve metodolojik kaliteyi dikkate aldıktan sonra, yalnızca çevreye dayalı hipotezin tek başına yetersiz olduğunu söyleyebiliriz. Çocukluk çağı travması ile Sınırda Kişilik Bozukluğu arasındaki ilişkinin büyüklüğünü kesin olarak tahmin etmek mümkün olmasa da, bu ilişkinin vaka kontrol çalışmalarının gösterdiğinden neredeyse kesinlikle çok daha düşük olduğu ve sigara ile akciğer kanseri arasında gözlemlenen ilişkiden daha düşük olduğu görülmektedir. Sınırda Kişilik Bozukluğu tanısı konulan bireylerin çoğu, çocukluğunda ciddi travma yaşamamıştır ve şiddetli çocukluk travması geçiren bireylerin çoğunda da Sınırda Kişilik Bozukluğu gelişmemektedir.
Eğer Sınırda Kişilik sıklıkla çocukluk çağı travmasının yokluğunda gelişiyorsa, diğer nedensel faktörlerin de önemli olması gerekir. Davranış genetiği çalışmaları, SKB ve travma hakkında daha doğrudan nedensel testler yapılmasını sağlar. Çevreci hipotez, genetik farklılıkların Sınırda semptomlarında ciddi bir değişiklikten mesul olmadığını ve ayrıca paylaşılan çevrenin çelişkinin çoğunu açıklayacağını öngörüyor. Bunun nedeni çocukluk çağı travmalarının sıklıkla aynı evde paylaşılmasıdır. Örneğin bir çalışmada, paylaşılan ortamın, çocuklukta istismara ilişkin öz bildirimlerdeki varyansın %46'sını ve çocuklukta cinsel istismara ilişkin öz bildirimlerin %65'ini açıkladığı bulundu. Çocukluk travması, Sınırda özellikleri bakımından kardeşleri birbirine daha çok benzetiyorsa ve genellikle aynı hane içinde paylaşılıyorsa, bu, ortak bir çevresel etki olarak ortaya çıkacaktır.
Son on beş yılda, birçok ülkede Sınırda Kişilik Bozukluğu’nu inceleyen çok sayıda davranışsal genetik analiz yapıldı. Bunların temsili bir örneği Tablo 3'te özetlenmiştir. Bu çalışmaların sonuçları şaşırtıcı derecede tutarlıdır: Sınırda Kişilik Bozukluğu’nun kalıtsallığı %30 ila %67 arasındadır (Ortalama = %42,2), Sınırda özelliklerdeki varyansın geri kalanı ise paylaşılmayan çevresel faktörlerden kaynaklanmaktadır. Bu türden en büyük çalışma, ki Sınırda Kişilik Bozukluğu teşhisi konan 11.665 kişiyi kapsıyordu, kalıtsallığın %46 civarında olduğunu tespit etti ve paylaşılan ailesel çevresel faktörlerin "SKB'nin etiyolojik temellerine önemli ölçüde katkıda bulunma ihtimalinin düşük olduğu" sonucuna vardı. Dolayısıyla SKB, ikiz benzerliğinin ve aile içinde belirli bir özelliğin benzer şekilde bulunmasının yalnızca genetik çeşitlilikten kaynaklandığı binlerce fiziksel ve psikolojik özelliğe benzer şekilde işliyor gibi görünüyor.
Tablo 3. Sınırda Kişilik Bozukluğu’nun kalıtsallığını ve çevresel yapısını yordayan temsili davranış genetik çalışmaları.
Kaynaklar: Distel, Bornovalova, Torgerson, Reichborn-Kjennerud, Czajkowski, Skaug, Skoglund
Ayrıca ilgi çekicidir ki, Bsınırda Kişilik Bozukluğu geliştirme riskini artıran genetik faktörler, spesifik olarak sınırda patolojisi ile sınırlı değildir; bunun yerine, Narsistik Kişilik Bozukluğu ve Obsesif-Kompulsif Kişilik Bozukluğu dahil olmak üzere diğer kişilik bozuklukları ve psikopatolojilerle paylaşılmaktadır. SKB hakkında bugüne kadar genom çapında yapılan birkaç ilişkilendirme çalışması, bunun nevrotiklik, Bipolar Bozukluk, Majör Depresif Bozukluk, Şizofreni ve Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) ile genetik bir yatkınlığı paylaştığını göstermektedir.
Bu, çevreci hipotezi sağlam bir şekilde yanlışlar. İlk olarak, aynı evde yaşayan bireyler, paylaşılan travma dahil çocukluk cinsel istismar, fiziksel istismar ve duygusal istismar nedeniyle Sınırda semptomatolojisinde daha benzer hale gelmezler. İkincisi, davranış genetiği ve genom çapında ilişkilendirme çalışmaları, SKB'ye önemli bir genetik yatkınlığın olduğunu ve bu riskin, SKB ile diğer bozukluklar arasında gözlemlenen fenotipik ilişkiyi açıklayan geniş bir psikopatoloji yelpazesinde paylaşıldığını açıkça ortaya koyar.
Öte yandan, bu bulgular, genel bir biyolojik kırılganlığın (örneğin, negatif duygusallık veya duygusal düzensizlik) çevresel faktörlerle etkileşime girmesi sonucunda Sınırda semptomlarını ürettiği biyososyal hipotez ile potansiyel olarak uyumludur. Klasik ikiz ve davranışsal genetik çalışmaları, SKB patogenezindeki genetik karıştırıcı ve biyososyal hipotezler arasında ayrım yapamamaktadırlar. Ancak uyumsuz ikiz tasarımı, GxE etkileşimlerinin varlığının yanı sıra genetik çeşitliliği de kontrol eder ve dolayısıyla nedensel etkiler için "özellikle sağlam" bir test sağlar.
Uyumsuz ikiz çalışması, akraba olmayan kişiler arasında maruz kalma ile ilginin sonucu arasındaki ilişkiyi araştırır ve bu ilişkinin etkilerini bir dizi uyumsuz MZ ve DZ ikiziyle karşılaştırır. Araştırmacılar daha sonra genel örneklemde maruziyet ile sonuç arasındaki ilişkinin gücünü değerlendirebilir ve bunu, maruziyette uyumsuz olan ikiz çiftlerde gözlemlenen etkiyle karşılaştırabilirler. Birlikte yetiştirilen MZ ikizleri ortak bir çevreyi paylaşır ve genetik olarak (hemen hemen) aynıdırlar; birlikte yetiştirilen DZ ikizleri ise ortak bir ortamı ve ayrılan genlerin yarısını paylaşırlar. Böylece, çift etkisi içindeki MZ, hem genetik hem de paylaşılan çevresel faktörleri kontrol eder ve çift etkisi içindeki DZ, paylaşılan ortamı ve kısmen genetik faktörleri kontrol eder.
Çocukluk travması ile Sınırda semptomları arasındaki ilişkiyi değerlendirirken üç genel örüntü ortaya çıkabilir: Birincisi, eğer travmanın etkisi tamamen nedensel ise, uyumsuz MZ ve DZ ikizlerinde ilişki genel örneklemde olduğu kadar güçlü olmalıdır (örn. genlerin ve paylaşılan çevrenin kontrol edilmesi etkiyi hafifletmeyecektir). İkincisi, eğer ilişki ortak çevresel faktörlerle karıştırılıyorsa, MZ ve DZ ilişkisi benzer olacak ve genel örneklemde bir ilişki olmayacaktır. Üçüncüsü, eğer ilişki genetik karıştırıcılıktan kaynaklanıyorsa, etki genel örneklemde bulunacak, DZ ikizleri (genetik faktörlerin kısmi kontrolü) arasında zayıflayacak ve MZ ikizlerinde (genetik faktörlerin tam kontrolü) olmayacaktır. Biyososyal hipotez, kısmi genetik karıştırıcılık olacağını, ancak diskordant MZ ikizlerinde çocukluk çağı travması ile Sınırda semptomları arasında hala anlamlı bir ilişki olacağını öngörürken, genetik karıştırıcı hipotez bu ilişkinin anlamlı olmayacağını öngörüyor.
Bugüne kadar çocukluk çağı travması ve SKB'yi uyumsuz ikiz tasarımlarla araştıran üç çalışma yapılmıştır. Bunlardan ilki (2013), Norveç Ulusal Tıbbi Doğum Kaydı'ndan çocukluk travması açısından uyumsuz 616 ikiz çifti (birleşik MZ ve DZ) içeriyordu. Genel olarak, yukarıda incelenen gözlemsel araştırmayla tutarlı olarak, çocukluk çağı travması ile Sınırda semptom kriteri sayıları arasında anlamlı bir ilişki vardı. Bu, uyumsuz ikiz örnekleminde anlamlı kalmaya devam etti, ancak tam örneklemle karşılaştırıldığında önemli bir ailesel karıştırıcılığa işaret ederek %50'nin üzerinde bir oranda azaldı. Ne yazık ki, bu çalışma öz bildirim verilerinin kullanımı, Sınırda semptomatolojisinde değişkenlik yokluğu ve DZ ve MZ uyumsuz ikizlerin sonuçlarının ayrı ayrı analiz edilmek yerine bir araya getirilmesi nedeniyle kısıtlıdır. Genel olarak, sonuçlar en azından kısmi genetik karıştırıcılığa işaret ediyor ancak güçlü nedensel çıkarımlara izin vermiyor.
İkinci bir çalışma (2013), Minnesota İkiz Ailesi araştırmasından 1382 ikiz içeriyordu; bunların 197'si MZ, 137'si DZ ikiz çifti çocuklukta istismar konusunda uyumsuzdu. İlişkilendirme çalışmalarıyla tutarlı olarak çocukluk çağı travması ile Sınırda Kişilik Bozukluğu arasında genel bir ilişki buldular. Müellifler çocukluktaki istismar, içselleştirme, dışsallaştırma ve Sınırda Kişilik özellikleri arasındaki etkileşimi arayarak bir diyatez-stres modelini doğrudan test ettiler. Çocuklukta yaşanan istismarın içselleştirme veya dışsallaştırma semptomları yüksek olanlarda daha büyük bir etkiye sahip olduğuna dair hiçbir kanıt bulamadılar. Dahası, genetik karıştırıcılıkla tutarlı olarak, çocuk istismarı ile Sınırda özellikler arasındaki ilişki diskordant DZ ikiz çiftlerinde daha düşüktü ve uyumsuz MZ çiftlerinde ise neredeyse hiç yoktu. İlk çalışmada olduğu gibi, kısıtlamalar arasında öz bildirim ve klinik Sınırda Kişilik Bozukluğu tanısı alan az sayıda bireyin olması yer alıyordu.
En son araştırma (2022), çocukluk çağı travmasına maruz kalmayı değerlendirmek için öz bildirim anketleri yerine daha fazla geçerliliği olan yarı yapılandırılmış görüşmeler kullanmıştır. Genel örneklem, Oslo Üniversitesi Ergen ve Genç Yetişkin İkiz Çalışmasından elde edilen 2.808 ikiz çiftten oluşuyordu. Bunlardan 158'i MZ,325'i DZ ikiz çifti herhangi bir travma konusunda diskordanttı. Yine çocukluk travması ile SKB belirtileri arasında bir ilişki vardı. Ancak, bu ilişki uyumsuz DZ ikizlerinde önemli ölçüde zayıflamış ve MZ ikiz çiftlerinde önemsiz hale gelmişti. Dört travma kategorisinden (duygusal istismar, cinsel istismar, fiziksel istismar ve şiddete tanık olma) yalnızca duygusal istismar, diskordant MZ ikiz çiftlerinde Sınırda belirtileri ile anlamlı bir şekilde ilişkiliydi. Ancak, duygusal istismar sonuçları genetik karıştırıcılık hipotezinden beklenenle uyumluydu: Etki genel örnekte en büyüktü ve uyumsuz MZ çiftlerine kıyasla diskordant DZ çiftlerinde iki kat büyüklüğündeydi.
Şekil 3. Üç uyumsuz ikiz araştırmasında çocukluk çağı travması ile Sınırda semptomlar arasındaki ilişkinin görsel temsili.
Sütunlar çocukluk travmasına maruz kalmış ve kalmamış bireyler arasındaki Sınırda semptomları arasındaki ortalama farkları temsil etmektedir. Uyumsuz ikiz çalışmalarının üçü de Sınırda semptomları ile çocukluk travması arasında önemli ve belki de tam bir genetik karıştırıcılığa işaret ediyor ve bu üç çalışmanın ikisinde, anlamlı bir gen-çevre etkileşimi olasılığını ortadan kaldırıyor. Bunun yerine, çocukluk travması ile Sınırda Kişilik Bozukluğu (SKB) arasındaki bağlantı, genetik ve çevre arasındaki bir ilişkiyle daha iyi açıklanıyor (rGE; Şekil 1'e bakınız). Bu, Sınırda Kişilik Bozukluğu’na ilişkin şu anda popüler olan biyososyal modelin muhtemelen yanlış olduğunu göstermektedir. Bütünüyle ele alındığında kanıtlar, Sınırda Kişilik Bozukluğu’nun gelişiminde çocukluk çağı travmasının çok az veya hiç olmayan bir nedensel rol oynadığını ortaya koyuyor. SKB'nin "kökü" travmadan ziyade genetik, öngörülemeyen yaşam olayları ve stokastik gelişimsel süreçlerde yatıyor gibi görünüyor. Belki de Sınırda Kişilik Bozukluğu için güvenilir bir nedensel çevresel faktörün tanımlanmamış olmasının nedeni budur. Belki de, genetik dışında, neden bir kişinin Sınırda Kişilik Bozukluğu geliştirip diğerinin geliştirmediğini anlamamıza yardımcı olacak herhangi bir yaşam olayını veya çevresel faktörü tanımlayamayacağımız yönündeki karamsar perspektifi benimsemenin zamanı gelmiştir.
Sonuç
Kırk yılı aşkın bir süredir yapılan araştırmalar, çocukluk çağı travması ile sınırda Kişilik Bozukluğu, Bipolar Bozukluk ve Majör Depresif Bozukluk dahil olmak üzere birçok zihinsel bozukluk arasında tutarlı bir ilişki olduğunu göstermiştir. Yakın zamanda yapılan bir meta-analiz şu sonuca varmıştır: "Psikolojik travma, psikopatoloji yaşama riskini neredeyse üç kat artıran transdiagnostik bir yapıdır." Travma efsanesine göre bu ilişki nedenseldir ve psikolojik travmanın insan beynine ve bedenine verdiği büyük acının kanıtıdır. Gerçekten de Bessel van der Kolk'a göre ruhsal bozuklukların ontolojik durumu sorgulanmalıdır:
"İstismarın, ihanetin ve terk edilmenin sonuçlarıyla başa çıkmaya çalışan insanlara, onların neyle başa çıktıklarını tam olarak ele alamayan Depresyon, Panik Bozukluk, Bipolar Bozukluk ya da Sınırda Kişilik teşhisi koymak zorunda kalıyorken onları nasıl tedavi edebiliriz?"
Travma nihai gerçekliktir; belirli fiziksel ve psikolojik semptomlar ise en iyi şekilde travmanın etkisinden kaynaklanan yayılımlar olarak görülür. Bireyi iyileştirmek için, çocukluk travmalarının neden olduğu derin yaralara odaklanmamız gerekmektedir. Peki, nasıl? Bir yöntem konuşmak, kötülüğü adlandırmak ve travmanın yarattığı duyguları ve anıları işlemektir. Diğerleri ise travma tarafından tetiklenen "uygunsuz" fizyolojik alarm sinyallerini azaltmak için antidepresan ilaçları kullanmak veya travmalar tarafından hasar görmüş sinir devrelerini tekrar düzenlemek için EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi yöntemleri içerebilir.
Ancak, travma ile psikolojik bir sonuç arasında basit bir ilişki, nedensel bilgi sağlamaz. Örneğin, travma ve zihinsel bozukluklarla ilgili bir meta-analiz, travmayı retrospektif olarak değerlendiren 104 çalışmayı içeriyordu ve yalnızca iki tanesi prospektif değerlendirmeyi kullanıyordu. Hiçbiri, genetik dahil olmak üzere potansiyel karıştırıcı değişkenleri reddetmekte başarılı olamadı. Sınırda Kişilik Bozukluğu özelinde, en iyi kanıtlar çocukluk çağı travmasının nedensel öneminin asgari düzeyde olduğunu göstermektedir. Bunun yerine, genetik ve paylaşılmayan çevresel faktörler Sınırda semptomlarındaki farklılıklardan sorumludur.
Bazı travma türlerinin varlığı yadırganamaz bir gerçektir ve acı veren anılar ve tekrarlayıcı düşünceler, bir kişiyi travmatik olaya neden olan koşullardan kaçınmaya motive edeceğinden dolayı uyumsal olabilirler. Ancak travmanın psikolojik acıların çoğundan sorumlu olan yaygın bir nedensel değişken olduğu düşüncesi olası değildir. Sınırda Kişilik Bozukluğu özelinde travma teorisi neredeyse kesinlikle yanlıştır. Benzer mantık muhtemelen travmanın neden olduğu varsayılan diğer zihinsel hastalık vakaları için de geçerlidir.
Freud'un gölgesi hâlâ psikoloji ve psikiyatri üzerine düşüyor. Davranışsal genetiğin ve nedenselliği tespit etmeye yönelik diğer sofistike yöntemlerin yardımıyla, sonunda bu gölgeden uzaklaşabiliriz.
Yazan: Bo ve Ben Winegard
Çeviren: Ekin Su İşitmez
Editör: H. Kunelciyan
(ed.: İngilizcesi Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders olan ve Türkçe literatüre Mental Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı olarak geçmiş mental vakalara teşhis koymak için kullanılan bir çeşit kaynak.
(ed.: Kısıtlanmaların tamamen veya kısmen ortadan kaldırılması sonucu oluşan serbest (başına buyruk) davranış.
(ed.: Bir nevi gerçeklikten kopuş.)
(e.d.: bilişsel uyumsuzluğun yarattığı negatif duygulanımı azaltmaya yönelik bir takım psikolojik süreçler.)