Bu yazı 6 bölümlük “Solculuğun Psikolojisi” adlı tercüme serimizin ikinci bölümüdür, ilk bölüme şuradan ulaşabilirsiniz, keyifli okumalar. (Editör)
Solculuğun psikolojisindeki ilk denememde eşitlik kavramının nasıl ikili bir bakış açısından anlaşılması gerektiğini yazmıştım, ki burada da esas olan kavramın kim tarafaından ele alındığına bağlı olarak değişmesiydi. Eşitliğin, kendini aşağı seviyede gören hınçlılar tarafından nefret ettiklerine karşı alçaltıcı ve saldırgan bir alet olarak kullanıldığını açıkladım. Bu yazıdaysa tabula rasa kavramına odaklanıp solculuğun psikolojisindeki rolünü irdeleyeceğiz.
Tabula rasa –Latincede boş sayfa– bizi biz yapıp kapasitemizi belirleyen şeylerin çevresel faktörlerden kaynaklandığını anlatan kavramdır. İnsan davranışıyla ilgili olarak doğa-çevre[1] düşünce yelpazesinin, davranışın doğuştan değil de deneyim yoluyla kazanıldığını varsayan uç noktasıdır. Marksist diyalektik materyalizminden neşet etmekle beraber, postmodernizm ile eleştirel teorinin dil oyunlarından da ortaya çıkan bu kavram, günümüz solculuğunun merkezdeki başlıklarındandır. İlkiyle bir solcu, maddi veya ekonomik durumun tarihin ve insan ilişkilerinin birincil belirleyicisi olduğunu tasavvur ettiği gibi; insanlar, kültürler, medeniyetler arasındaki farkların bunlardan kaynaklandığını savunur. Sonuncusuylaysa, “zenci” veya “kadın” gibi kelimelerde hiçbir içkin (dilsel) anlamın olmadığını ve bu kategorilerin güç ilişkileriyle anlam kazandığını savunan toplumsal yapısalcılık doktrinini benimser. Bunun sonucunda insanların ayrımsanamadığı ve sosyoekonomik güçlerin yön çizdiği zalim-mazlum dinamiğiyle hareket eden takas edilebilir ekonomik birimler olarak görüldüğü bir dünya meydana gelir. İşte bu yüzden ayrı gruplar arasındaki farklılıklar, sol tarafından zulmün bir neticesi olarak açıklanmakla beraber, bu farkları zımparalayarak (yapısöküme uğratarak) mazlumlar özgürlüğe kavuşup doğal halleri olan takas edilebilir eşitliğe dönebilirler.
Muhtelif inanç sistemlerini anlamaya çalışırken sadece neye inanıldığını değil, neden inanıldığını da anlamak faydalıdır. İnsanlar sade mantıksal sebeplerden inanmazlar, inançları bir iradeyi, dürtüyü, arzuyu, ya da ihtiyacı tamamlar. Lafı, bütün inançlar içten içe ya boş ya da yanlıştır noktasına getirmiyorum, daha doğrusu şu ki hakikate inanmak için inanmaya psikolojikman hazırlanmalısınızdır. İnanç bir amaca hizmet eder, bu yüzden inanırız ya zaten. Peki tabula rasa’ya inanmak neye hizmet eder? İşte burada, önceki tartışmamdaki hınç ve aşağılık hissine geri dönüyoruz.
Her hiyerarşi belli nitelikleri diğerlerinin üstünde tutar, bundan dolayı da bireylerin ne olduğuna ve niteliklerinin değerine göre onları farklı mevkilerde görür. Bu hem doğuştan gelen hem de zamanla geliştirilen nitelikler için geçerlidir –gayet tabii her nitelik hem doğuştandır hem de zamanla geliştirilir. Hiyerarşilerdeki güç çekişmeleri, genellikle farklı tiptekilerin diğerlerine hakimiyetini kurmaya çalışmasının sonucudur. Kendini öne sürmekte başarısız olan gruplar, aşağı olanların pozisyonunu alırken öyle olduklarının da son derece farkındadırlar. O pozisyonu hak etse de hak etmese de, gerçekten aşağı olsa da yahut öyle olduğunu sansa da, aşağı olduklarına dair inançları bilinçli olsa da olmasa da dünyayı kendi algıladıkları aşağılık gözlüğünden görürler. Bu durum, bilinçli zihinlerinin her bir kısmını renklendirir ve sürekli yanan öz-nefreti alevlendirdikleri gibi kendilerinden üstün gördüklerine karşı da kaynayan bir hınç büyütürler. Bu bazıları için, asık suratlı bir adiliğe sebep olan kişilik özelliği olarak zuhur etse de, bazılarında tüm hayata karşı gnostik bir kine sebep olup kendi doğalarının sınırlarından kaçmayı arzulatır.
Geldik tabula rasa’nın amacına. İçkin doğaları olduğunu reddederek kendilerini mahkum eden şeyi reddederler. Tabula rasa kontrol demektir –kendilerini tanımlayan şeyleri zımparalayıp olmak zorunda oldukları şeylerden azade oldukları bir hale gelme umududur. Eşitlik bir silahsa tabula rasa da kalkandır, ve kendi aşağılıkları yokmuşçasına hissetmelerine yardım eder. Bunu soldaki çift doktrin olarak görebiliriz. Irk diye bir şey yoktur ama beyazlar içten içe kötüdür, cinsiyet bir toplumsal inşadır ama erkeklerin baskıcılığının emsali yoktur. Bu çift doktrin, eşitlik doktrini ile tabula rasa doktrininin birleşme noktasıdır: bir tarafta kin güttükleri üstün kişilere saldırıp intikamını gerçekleştirirken beri tarafta kendi aşağılıklarını reddederek kontrol etme ihtiyaçlarını tatmin edebilirler.
Tabula rasa’ya duyulan inançta şeytani bir taraf da var. Bu, içten içe hatalı bir doktrin olduğundan neşet eder. İnsanların ve de tüm canlıların onları o yapan içkin doğaları ve nitelikleri vardır. Bu yüzden, eşit olmayanları eşlemeye çalıştığımızda yahut ayrı şeyleri tekleştirmeye çalıştığımızda başarısız oluruz. Bir hiyerarşi belli başlı nitelikleri diğerlerinin üzerinde tutuyorsa ve bu nitelikleri haiz olmayan kişiler hiyerarşideki yönetici makamlarda oturuyorsa, bu kişiler puf diye değer verilen nitelikleri kazanmayacaktır. Hakeza bir şeyin “toplumsal yapısını” değiştirince ona içkin olan doğası değişmeyecektir. Son olarak da gruplar arasındaki çekişmenin yegane çıkış noktası baskı değildir, bunlar içkin olan niteliklerdeki farklılıklardan ortaya çıkabilir. Mesela bir erkek sporcunun kadın olduğunu söylediğinizde, o erkeğin diğer kadınlarla eşit bir şekilde yarışmasını bekleyemezsiniz. Bir erkek olarak üstün bedensel kabiliyetlerini sürdürecektir. Keza gelir düzeyindeki ırksal uyumsuzlukları açıklamak için kullanılan müesses ırkçılık iddiasının, beyaz üstünlüğüyle ezildiği iddia edilen bir toplumda Asyalıların hem beyazlardan hem de zencilerden nasıl daha fazla kazandığını açıklamasını bekleyemeyiz. Kısaca içkin nitelikler daima kendini gösterecektir ve de göz ardı edilemeyecektir.
Fakat unutmamalıyız ki solcu, tabula rasa’ya inanırken aşağılık hissiyle mücadele etmektedir. Burası da işlerin çirkinleştiği yerdir. Dünya ona aşağı niteliklerinin gerçek olduğunu tekrar tekrar hatırlattıkça onlarla yüzleşmek zorunda kalacaktır. Tabula rasa’nın ona verdiği kontrolü kaybedince geri kazanmak için hem kendine hem başkalarına bu içkin niteliklerin gerçek olmadığını kanıtlamaya gayret edecektir. Bunu yapmanın tek yolu da hem kendindekileri hem başkalarındakileri zımparalamaktır. Sonra da bunu yapan solcu aslında doğru düşündüğünü görecektir, biraz mecnunca da olsa. İnsanların içkin niteliklerini bertaraf etmek mümkündür ama bu yapılınca biçimsizleşirler. Bunu kanıtlamak için de kendini ömür boyu sakat bırakmalıdır.
İşte burada soldaki güzellik nefretini ayan beyan görürüz. Güzel olan güzeldir çünkü kendini hem tamamen hem de kusursuzca ortaya koyar, yani bir şey olmadan –ve o şey mükemmelen olmadan– bir şey güzel olamaz. Güzellik, içkin olanın yok edilebileceği fikrini engeller, sol da güzel olanı biçimsizleştirip ömür boyu sakat bırakabilsin ki aşağılık hissiyle baş edebilsin. Bu çirkinlik sevdasının ululanmasındaki en uç nokta cinsiyet değiştirme ameliyatlarında açığa çıkar, ameliyat yaraları ile kesilmiş uzuvlar özgürleşme sembolü haline gelir, kişi olduğu şeyi yok etmenin keyfini çıkarır.
Tabula rasa’nın daha başka bir şeytani tarafı da vardır. Solun baskı anlatıları, hiyerarşinin aşağı olanın lehine düzenlenmesini hedefler. Bu açıdan sol, bir bakıma haklıdır da. Bir hiyerarşinin yegane varlık amacı aşağı mevkilerde olanın daima aşağıda kalmasını sağlamak olmadığı gibi üst mevkilerde olanın da daima üstte kalmasını sağlamak değildir. Tüm çağlardaki asalet anlayışlarının öğrettiği bir şey var ki o da birisi sadece unvan sahibi olduğu için asil olmadığıdır. Bundan dolayı var olan hiyerarşinin, üsttekiler haricindekilerin lehine düzenlenmesi de gayet mümkün, bazen haklı da görülür. Fakat daha önce de ifade ettiğim gibi, sadece pozisyonlar arasındaki değişim, onları tutan şahısların içkin niteliklerini değiştirmez. Aşağılık hissi içkin niteliklere bağlı olduğundan, aşağı olan üst bir pozisyon kazandı diye aşağılık hissi kaybolmayacaktır. Buradan da şunu anlarız ki ne hınç hissi ne de intikam hissi kaybolur, yani sola istediğini vermek onu küçümsemişlere karşı duyduğu intikamcı nefreti soğutmayacaktır. Bu da solcuların neden istediklerini kazandıkça daha da fanatikleştiklerini açıklar –aşağılıklarını aşamadıklarından, onları hakir görenleri cezalandırmaya devam edecekleri gibi, hedef gösterecek kimseyi bulamadıklarında da bir şeyler icat etmeye devam edeceklerdir. Solun şeytani trajedisi burada kendini aşikar eder. Kendi öz-nefretlerine ara vermeyerek tüm dünyayı çözümlenmeyecek kötülüğe gark ederler.
Çev: Fahri Sağyürek
Metnin orijinali:
[1] Doğa-çevre ikilemi [İng: Nature-Nurture]. Kişinin yetişmesinde çevresel yetiştirmenin mi yoksa kendi doğasının mı baskın olduğu üzerine süregiden tartışma.
Solu yekpare bir yapı gibi göstermek yanlış. Tabula Rasa'nın fikir babası Marx değil John Locke'dur. Tarihsel olarak progresifler öjeni taraftarıyken muhafazakarlar öjeni karşıtıydı. Öjeni ve evrim karşıtlığı da en az tabula rasa kadar bilim dışıdır.
《Contrary to the popular belief spread by the radical scientists, eugenics for much of the twentieth century was a favorite cause of the left, not the right. It was championed by many progressives, liberals, and socialists, including Theodore Roosevelt, H.G. Wells, Emma Goldman, George Bernard Shaw, Harold Laski, John Maynard Keynes, Sidney and Beatrice Webb, Margaret Sanger and the Marxist biologists J.B.S. Haldane and Hermann Muller. It’s not hard to see why the sides lined up this way. Conservative Catholics and Bible Belt Protestants hated eugenics because it was an attempt by intellectual and scientific elites to play God. Progressives loved eugenics because it was on the side of reform rather than the status quo, activism rather than laissez-faire, and social responsibility rather than selfishness》
-blank slate/steven pinker
İlk paragraftaki linki ters yapmışsınız.