RESMİ SÖZDEBİLİM
“Önemli olan sorgulamamayı asla bırakmamaktır. Merakın var olmak için kendi nedeni vardır. İnsan sonsuzluğun, hayatın ve gerçekliğin muazzam yapısının gizemlerini düşündüğünde, huşu içinde olmaktan kendini alamaz. İnsan her gün sadece bu gizemin sadece ufak bir kısmını anlamaya çalışsa bile yeterli olur.”
- Albert Einstein
Bilim Nedir?
Bilim, felsefeden doğan bir disiplin olup, olguların nedensel ilişkilerinin deney, gözlem ve düşünce aracılığı ile sistematik olarak incelenmesi olarak tanımlanabilir. Bilimi felsefeden ayıran temel şey ise bilimsel çalışmaların oldukça detaylı metodolojik bir şekilde yürütülmesi gerekliliğidir. Gözlemlenebilir çevremizin detaylı olmasından ötürü, zamanla bilim kendi içinde farklı kollara ayrılma ihtiyacı duymuştur. On dokuzuncu yüzyılda sanayinin hızla gelişmesiyle birlikte mühendislik kavramı resmi literatüre girmiştir. Mühendisler, bilimsel temellere dayanarak gerçek dünyada uygulaması olan cihazlar geliştirdiler. Mühendislik ve bilim birbirini besleyerek gelişmeye devam etti. Peki bilimin amacı nedir ve bunu mühendislikten ne ayrı tutar? Basitçe, bilimin amacı bilmektir, etimolojisine baktığımızda Latince scire kelimesinden geldiğini görürüz. Mühendisin amacı ise bilimi kaynak alarak pratik olarak faydalı sistemler geliştirmektir.
Bilim insanlarının çalışmalarını sistematik bir şekilde yürütebilmesi için üniversiteler kuruldu ve bilim kurumsallaştı. Bilimin kurumsallaşması bilimsel makalelerin ve gelişmelerin kataloglanması ve metodolojik olarak yürütülebilmesinde, bilimsel bilgilerin öğrencilere aktarılmasında ve laboratuvar imkanlarının sağlanmasında yardımcı olmuştur. Aynı zamanda kurumların yanlış kişiler tarafından ele geçirilmesi oldukça yıkıcı sonuçlara yol açabilmektedir. Bunun en meşhur örneği atom bombasının geliştirildiği Manhattan projesi olabilir, fakat kapsamımızın dışında olduğundan detaya girmeyeceğim.
Bilimsel gerçekler olgusal, mantıksal ve tümevarımcıdır. Metafizik bilimin kapsamına girmez, birbiriyle uyuşmayan söylemleri aynı anda bulundurmaz ve bilimsel gözlemler özelden genele doğru genişletilir. Bilimde bu sebeple yeni kanıtlar ortaya çıktıkça hatalar düzeltilir ve teoriler yeniden gözden geçirilerek değiştirilir. Karl Popper’a göre bilimsel söylemler prensip olarak yanlışlanabilir olmalıdır. Elektron mikroskoplarından önce bakteriler gözlemlenebiliyordu ama virüsler gözlemlenemiyordu. Bu yüzden tüm bulaşıcı hastalıklara bakterilerin yol açtığı düşünülüyordu. Elektron mikroskoplarının keşfi çok daha küçük partikülleri gözlemleme imkanı vererek virüslerin keşfine olanak sağlamıştır.
Sözdebilim Nedir?
Sözdebilim, bilimsel olduğunu iddia eden fakat yukarıda söylediğim ilkelere uymayan söylemlere denmektedir. Bir söylemin sözdebilimsel olup olmadığını anlamak için yanlışlanabilirliğine, gözlemlenebilirliğine, mantıksallığına ve tutarlılığına bakmak gerekir. Şöyle diyebiliriz: Eğer bir söyleme karşı argüman sunamıyorsanız ya da sunmanız engelleniyorsa, o bilim değildir. En yaygın sözdebilimlerden birisi gazete eklerinden okuduğumuz, Ekşi Sözlük’ten durum tespitlerine rastladığımız, Twitter’dan kavgalarına şahit olduğumuz burçlar ve astroloji meselesidir. Burçlara göre insanların kişilikleri ve nasıl bir hayat sürecekleri 12 gruba ayrılmıştır. Elbette milyarlarca insanı sosyal statü, aile durumu, yaşadığı ülke, genetik yapı gibi çeşitli faktörlerin varlığı ortadayken 12 ana kategoride incelemek pek mantıklı gelmiyor. Zaten psikolojide de Barnum etkisi olarak açıklanan bir deneyde insanların doğrulama önyargısına sahip olduğu gözlemlenmiştir. Bunun üzerine astrolojiye inananlar söylemlerini genişleterek yükselen burçlardan ve yıldız haritalarından bahsetmeye başlamışlardır ki bunların da hiçbir empirik dayanağı yoktur, bunun yanı sıra mantıksal olarak da tutarlı değildir, yıldızlar sürekli hareket halindedir ve bize binlerce hatta milyonlarca ışık yılı uzaktan geldikleri için şu anki yıldız haritaları milyonlarca yıl eskidir.
Resmi Anlatı
Bütün bunları anlatmamın asıl sebebi günümüzde resmi bilimsel anlatının bilim kriterlerinden ziyade sözdebilim kriterlerine uyuyor olmasıdır. Günümüzde neyin bilim olup olmadığına deney, gözlem ve düşünce değil, uzmanlardan oluşan bir ruhban sınıfı karar vermektedir.
Örneğin SARS-COV-2 virüsünün kökenlerinin araştırmaları, daha hiçbir şey bilinmezken Nature tarafından yayımlanan bir makale ile konsensüs bulunduğu gerekçesiyle önü kesildi. Daha sonra 19 Şubat 2020’de yayımlanan bir bildiride virüsün laboratuvar kazası sonucu dışarıya sızdığı bilgisi ‘komplo teorisi’ olarak aşağılandı. Bunun bilimsel bir yayın olan The Lancet’te yapılması, resmi bilimin tartışma kültürüne darbe vurduğunun göstergesi olabilir.
Günümüzde bilimsel makaleler emsal değerlendirme denen bir sistem ile sağlanır. Emsal değerlendirme sisteminde hakemler ve yazarlar birbirlerinin kimliğini bilemezler ve bu nedenle bağımsız olarak yayın yapma imkanının sağlandığını düşündürür. Elbette hakemler mükemmel canlılar değiller ve bu nedenle yaptıkları değerlendirmelerde objektif kalamayabiliyorlar. John Ioannidis, 2005’teki bir çalışmasında emsal değerlendirme sistemine ışık tutmuş, yazılan makalelerin ciddi bir kısmının yanlışlanamadığını veya teyit edilemediğini tespit ederek metabilim kavramının doğuşuna yol açmıştır. Metabilim, bilimsel araştırmanın kalitesinin bilimsel bir yolla değerlendiren bir alandır ve günümüzde bu disiplinin güçlenmesine kesinlikle daha çok ihtiyacımız var. Ioannidis, 2020’de Covid-19’un ölüm oranlarının abartıldığını söylediği için linç edilmişti çünkü fikir birliğine kafa tutmuştu. Ioannidis hâlâ resmi bilim anlatısına karşı eleştirel yazılar yazmaya devam etmektedir.
Geçtiğimiz aylarda vefat eden Bognadoff kardeşlerin emsal değerlendirme konusunda ilginç bir deneyi var. Bognadoff kardeşler, 2001-2002 yıllarında tamamen saçmalayarak 5 makalenin hakem değerlendirmesinden geçmesini sağlamıştır. Aslında yüzeysel olarak bakıldığında ikna edebilecek şekilde hazırlanmış bu metinler dikkatli bakıldığında mantık hatalarıyla ve çelişkilerle doluydu. Bu da hakemlerin değerlendirmelerini yüzeysel yaptığını gösteriyordu. Benzer bir deney Alan Sokal tarafından gerçekleştirildi. Sokal olayı ismi verilen bu deneyde, Alan Sokal sosyal bilimlerdeki yanlı yayın politikasını ifşa etmeye çalışıyordu. Bu yüzden kuantum fiziğinin sosyal bir yapı olduğunu iddia eden bir makale yazdı ve Social Text dergisine gönderdi. Dergi bu yazıyı yayımladıktan sonra Sokal yazının saçmalık olduğunu itiraf etti. Bu olay medyada büyük yankı uyandırdı.
Tabii bütün bu anlattıklarımdan yola çıkarak, neden günümüz biliminde de sahtekarlıklar olmasın ki sorusunu sormaya cüret etmek istiyorum. Günümüzde kültür savaşlarının sonucu akademik kuruluşlara bu politik söylemlerin yansıdığını iddia edebilirim. Bilim, anlayış bakımından şekil değiştirerek gerçeği arama çabasında rehber olarak kullanılmaktan ziyade belli politikaları destekleyen resmi bir altyapı kurma amacı görmeye başladı ve ruhban sınıfının yerine geçerek sorgulanabilirliğini yitirdi. Öyleyse eğitim sistemine düşen görev de ne düşüneceğimizi değil, düşünmeyi öğretmek olmalı.