30 Mayıs günü hocamız Özlem Kumrular’ı kaybettik. Bir yıl önce geçirdiği bir trafik kazası sonucunda komaya girmişti, mücadeleyi kaybetti. Özlem Kumrular, genç yaşta 20’den fazla kitap yazmış, birçok ders vermiş bir akademisyen idi. On kadar dil bildiği ve birbirinden farklı projelerinin yarım kaldığı sevenleri tarafından dile getirildi. Kolay kolay yetişmeyen, özel birisiydi.
2017’de kapısının önünde yatan aciz bir köpeği barınağa götürüp teslim etti diye yıllar süren linç kampanyasına maruz kaldı. O kadar ki, sosyal baskı yüzünden çalıştığı kurumdan istifa etmek zorunda kaldı. Öldüğü gün “hak ettiğini buldu”, “karma”, “ilahi adalet tecelli etti” gibi linç kampanyasının son parçası sloganvârî laflar, kendisi için histerik biçimde sarf edildi.
Bir toplumda insanın en üstün canlı olduğu, diğer canlılarla belli bir alışveriş ilişkisi içinde bulunduğu ve iki tarafın varlığı arasında bir seçime mecbur kalındığı anda insanın seçilmesi gerektiği yaygın kanı olmalıdır. Böyle olmazsa o toplum hasta demektir, varlığına özgüveni kalmamış demektir. O toplumun üyeleri, soyunu devam ettirme kaygısı gütmediği gibi, güdenlere hasetle yaklaşır. Sokak köpeklerine haddini aşan bir sevgi gösteren ve onları insanla eşit –hatta bazen ondan daha değerli– gören “ittaparlık” ile insanlığın kökünü kazımaya götürebilecek fikirler çok net bir şekilde korelasyon göstermektedir.
Kumrular’ın cenazesinde kendisiyle röportaj yapılan Pelin Batu “Böyle bir insan kolay yetişmiyor!” diyor. Yüksek kapasiteli insanların varlıklarının kendine içkin değerleri vardır. Her jenerasyonda bir avuç çıkan maharetli insan kapitalinin vücut bulmuş hali, hasta bir itin altında görülüyor. Aklı başında bir toplum böyle bir değeri bir ite feda etmez. Böyle bir düşüncenin genel kabul görmesi için, kitlenin köpeklere insan üstü (tanrısal) özellikler atfetmesi gerekiyor.
Günümüz Türkiyesi’ndeki bu düşünce şöyle özetlenebilir: Türk sekülerlerinin belli bir kısmının, hayatlarındaki maneviyat krizini gidermek için hayvanları belli kutsal özellikleri olduğu düşünülen “azizler” olarak görmesidir. Bu kutsal özelliklerin yansımasını birçoğunuz günlük hayatınızda köpekler için “onlar masum”, “hiçbir (kötü) şey yapmaz”, “havladığı kişide bir kötülük sezmiştir”, “köpek ısırmışsa bir bildiği vardır” ifadelerinde görmüşsünüzdür.
Katolik kilisesinin bu aziz/azize belirleme süreçleri size garip veya çocukça geliyor olabilir ama hiçbir kadim kurum aptallıkla ayakta kalmaz. Katolik kilisesi, insanların aziz arama ihtiyacını katı bir regülasyona tabii tutmuştur. Bu ihtiyacın İslam kültürlerindeki izdüşümü, evliya menkıbeleri ve tarikat tevatüratı olmuştur. Müslüman ahali, türbelere çaput bağlayıp niyaz ederken, bunu gören ulema bu avam pratiklerini engellememiştir.
Şu var ki insanlık, hiçbir zaman insana denk tutulmaması gereken varlıklara bu derece uhrevilik atfetmedi. Bu “varoluşsal” bir krizin semptomudur. Türk ırkı son hız "tamam mı devam mı" kavşağına yaklaşmaktadır.
KÂTİP ŞİFÂHÎ
Olaganustu bir yazı olmuş