Katedral, ‘basın + akademi’ ikilisini bir araya getiren çatı terimdir. Bir başka ifadeyle katedral, tıpkı orta çağ toplumunun merkezindeki entelektüel kurum olan kilisenin günümüzde onun yerini alan modern toplumun merkezindeki entelektüel kurumu kastetmek için kullandığımız bir ifadedir.
Ancak tek bir kurum olan Katolik Kilisesi’nin aksine katedral birden çok kurumun bir araya gelmesiyle oluşur ve buna rağmen terim (katedral) tekildir. Bu çokluktan birliğe olan dönüşüm, e pluribus unum, modern dünyanın kalbindeki gizemin can damarıdır.
Katedral’in Gizemi
Katedralin gizemi, modern dünyanın meşru ve prestijli entelektüel kurumlarının tek bir noktadan yönetildikleri merkezi bir organizasyona tabi olmamalarına rağmen hemen hemen bütün konularda adeta böyle bir merkezi yapıya aitlermiş gibi aynı biçimde düşünüyor ve davranıyor olmalarıdır.
En önemlisi, bu sözde yapı sinoptiktir; tek bir öğretinin veya perspektifin ürünüdür. Daima kendisiyle mutabıktır. Daha şaşırtıcı olanı, bu yapının öğretisinin sabit değil aksine evirilen, gelişen bir özelliğe sahip olmasıdır. Bu öğretinin ön görülebilir bir gelişim yönü vardır ve bütün yapının onunla beraber hareket ettiği söylenebilir.
Örneğin: 2021 yılında, Harvard, Yale, The Times ve The Post ideolojik anlamda aynı konumdalardır. Eğer bu prestijli Amerikan kurumlarından herhangi ikisi arasında öğretisel bir fark var ise, bu Yale mensubu bir birey dışında kimsenin ayırt edemeyeceği kadar tarifsizdir.
1951’de de Harvard, Yale, The Times ve The post aynı konumdalardı ancak 1951 Yale’i asla ama asla bugünkü 2021 Yale’inin yakınında değildi. Başka bir değişle, her iki Yale’den birini diğerinin zamanına ışınlayabilseydik, Yale’ler muhtemelen birbirlerini düşünsel günahların yuvası olarak görürlerdi
Yani aslında mevzu herkesin aynı düşünsel konumda oluşu değil, daha çok herkesin aynı hızda aynı kitabı okuyor oluşudur. Hal böyleyken köylülerin çorbasında bile gizli planlar, komplolar arıyor oluşuna şaşırmamak gerekir. Eğer akşam vakti gökyüzünde aynı paralelde ilerleyen bir grup kırmızı nokta görseydin, onların ne olduğunu düşünürdün? güvercin mi? ya da lazerlerle aydınlatılmış uzaktan kumandalı güvercinlere ne dersin? İşte bazı zamanlar Occam bile dumura uğrayabiliyor
Dahası, bu gizem toplumumuzun doğası, kaderi ve epistemoloji açısından da önemli bir yere sahiptir zira bizler bu prestijli ve güvenilir kurumların gruplara ayrılmış doğasını entelektüel güvenliğimizin sarsılmaz bir yasası olduğunu düşünürüz. Modern insanlar olarak apaçık bir yanılmazlığı asla Katolik kilisesi gibi tek bir müessesenin ellerine teslim etmeyiz, bu bütün zihinleri tek bir potada eriterek heba etmek gibi bir şey olurdu, aklı başında hiçbir insan böyle bir hata yapmaz.
Bireylerin -hatta çok zeki bireylerin bile- gerçeği algılama ve analiz etme konusunda oldukça yanılabilir olduklarının farkındayız ancak aynı yanılgıya düşen bir grup insan gördüğümüzde hepsinin yanılıyor olabileceğine ihtimal dahi vermeme eğilimdeyiz. Elbette yanılgı insani bir özelliktir ancak yanlışlıları tespit edebilmek sadece yeterli istatiksel bilgi ve yetiye sahip olmaktan geçebilir.
Ancak istatistikler örneklerin bağımsız olduğu takdirde bizi doğruya götürür. Eğer gizemli bir güç, örnekleri kontrol ediyorsa bizler hakikati değil, o gizemli gücü ölçtüğümüzle kalırız.
Gerçekten de görünüşte denekler bağımsızdır. Bizler onlar arasında apaçık olan bir organizasyonel bağ görmüyor olsak da birbirleriyle oldukça ilintili oldukları söylenebilir. Öyle ki bu ilintiler uzun zaman dilimlerinde bile değişiklik göstermezler.
Bu koordineli gelişimi pozitif bilim ve mühendislik dallarında görebiliriz. Bu alanlar iki değiştirilemez güç tarafından dizginleniyorlardır: fiziksel gerçeklik ve insan cehaleti. İnsan cehaletinin dizginleri çok çok az bir farkla daha gevşek tutuyor olduğu söylenebilir.
Ancak sanat ve beşerî ilimlerin -felsefe, etik, edebiyat, din, politika- fiziki ve insani durumu bir milenyumdur aşağı yukarı aynıdır. Herhangi bir biçimde dış kaynaklı ve tek yönlü kuvvette hareket eden bir gücün bu alanları şekillendirdiğine dair bir delil görmüyoruz. Buna rağmen bu alanlar diğerlerine oranla en hızlı ilerleyenler olarak göze çarpıyorlar.
Biz kimiz? Nereye yol alıyoruz? Eğer bizi iten gücü anlayabilirsek nereye yol aldığımızı da kestirebiliriz. Ancak ne yazık ki alacağımız yanıt cehennem olabilir.
Darwin ve Söylem
Harvard gizemli bir kara kutu değil, bu kurumların nasıl işlediklerini biliyoruz.
Katedral’in kurumları hiyerarşik bir emir komuta zincirine bağlı değillerdir. Kilise gibi bir fikir topluluğu da değillerdir. Daha açık ifade etmek gerekirse, kimya dekanı kimya profesörüne tanrının metilal-florokarbon hakkında ne düşünmeleri gerektiğini konusundaki fikirlerini aktarmaz.
Aksine, Katedral bir söylem (diskur) olarak varlığını sürdürür. Ortada bir fikir topluluğu yoktur, bir fikir piyasası vardır. Kurumlar da adeta birer marka gibidirler. Bu piyasadaki fikirler zamanla gelişim gösterirler; öğretilerek üretilir, düşünülerek şekil değiştirir ve… seçilirler.
Ama nasıl seçilirler? Eğer Darwinsel sistemin neye evirileceğini anlamak istiyorsak öncelikle organizmasındaki seçilim baskılarına bakmamız gerekecektir. Katedral’imiz ne için seçiliyor olabilir?
Öncelikle binanın en sağlam yapıtaşından başlayalım: matematik. Matematiğin fikir piyasası
muntazamdır. Matematikte hata kabul edilemez ve önceliklere son derece saygı gösterilir.
Öyle ki matematiksel sonuçların önemi ve kalitesi üzerine genellikle bir fikir birliğine varılabilir. Hatta Sovyetler ve Nazi Almanya’sı bile soyut matematik alanında oldukça başarılı olmuşlardır.
Matematik alanındaki tek seçilim avantajı ancak onun iyi olup olmadığıyla ilgilidir. İyi matematik kötü matematiği yener. Matematik Katedrale ve Sovyetler Birliğine mükemmel bir uyum sağlamıştır. Açıkçası matematikte ilerleme kaydedemeyecek kadar yeteneksiz ve distopik bir devlet hayal etmek oldukça güçtür.
Pozitif bilimlerin tıpkı matematik ilmi gibi işlemesi gerekir; belirli yerlerde, belirli alanlarda ve belirli metotlarla böyle işlerler. Ancak bazı noktalarda tamamen intizamsızdır, tabii bu sizin “pozitif” tanımınıza göre de değişiklik gösterebilir
Biz bilimde başka itici kuvvetler olduğunu göremesek de sezinleyebiliriz. -bazı zamanlar ortak aklın kalite anlayışı hala yerli yerinde de olsa- Bir fikrin seçilim avantajı yalnızca o fikrin kalitesiyle sınanmıyor olabilir, bu da insana gözleri önünde eriyip gitmekte olan bir mirası çaresizce seyrediyormuş gibi hissettirir.
Yale’in zayıfladığını varsayalım. Yale’i insanlar ve fikirler oluşturur… Herhangi bir psikometrik testin 1951 ve 2021 Yale’inin profesör ve öğrencileri arasında büyük bilişsel farklılıklar olduğunu ortaya koymasını beklemek manasızdır, hatta böyle bir ihtimalde 2021 Yale’nin daha zeki olduğu bile ortaya çıkabilir.
Bu olay Yale veya herhangi bir yerde ortaya çıkmış olan kötü bir fikrin bir zamanlar masmavi ve büyüleyici bir güzelliğe sahip olan bir dağ gölünün yeşil algler tarafından istila edilmesine benzetilebilir, tıpkı beşeri bilimlerde olduğu gibi. Peki bu neden oluyor?
Bir domuz çiftliğinden göle akıtılan lağım suyunu hayal edin, işte tıpkı bunun gibi olaylar ekolojik piyasada bazı organizmaların seçilim avantajını arttıracaktır; Domuz dışkısı göldeki seçilim avantajını değiştirebilecek besin maddeleri içerir, bunlar leş gibi kokan yeşil yosunların ürümesini kolaylaştırırken alabalık gibi canlıların üremesini de oldukça zorlaştırırlar.
Bir Alegori
Mu kıtasında Mundana ve Mütopya isimli, popülasyonları tamamen aynı ama hükümetleri farklı olan iki ülke vardır.
Mundana tıpkı Çarlık Rusya gibi resmi dini olan ve geleneksel mutlak monarşi ile yönetilen bir ülkedir. Mütopya ise progresif liberal bir demokrasidir. Mundana’da ufacık bir eşcinsellik iması bile sizi ölüme götürürken, Mütopya’da eşcinselliğe dair en azından bir kereliğine de olsa bir şeyler deneyimleme zorunluluğuna tabi tutulursunuz
Mundana herhangi bir sosyal veya düşünsel etkileşime girmemek için kendi ve mide bulandırıcı bu iğrençliğin arasına demirden bir set çekmiştir. Tanrının bir latifesi olarak maalesef Mundana’da da liberal entelektüeller vardır. Tabii bu özgür düşünürler devletin gizli polislerinin radarı altındadırlar. Bu nedenledir ki yaşamak, nefes almak, düşünmek, shitpostlamak1 ve gay birliktelikler yaşayabilmek için şifrelenmiş internet ağları kullanmak zorundadırlar
Bu noktada şuna bir açıklık getirmek de fayda var; Mütopya prestijli kurumlarda çalışan liberal profesörler tarafından tasarlanmış olan yasaların uygulandığı ve bunların yine prestijli kurumlarda çalışan liberal gazeteciler tarafından denetlendiği bir yönetim yapısına sahip olan bir devlettir. Bütün bunlar elde edilmesi zor olan prestijli mesleklerdir ve tabii ki kimsenin profesör ve gazetecileri denetlemesine de gerek yoktur zira onlar kendilerini denetleyebilirler. Kulağa çok cazip gelmiyor mu?
Peki hangi ülkedeki liberal entelektüellerin daha iyi fikirleri olduğunu sorsam, ne düşünürsünüz? Şunu unutmayın ki iki ülke arasında fikir alışverişi mümkün değil zira ne Mundanlı entelektüeller Mütopyan entelektüelleri duyabiliyor ne de tam tersi geçerli olan bir durum mevcut. Kısacası birbirinden tamamen ayrılmış iki farklı fikir piyasası mevcut.
Büyük ihtimal içgüdüleriniz Mundana’lı muhalif profesörlerden daha hakiki fikirler alacağını söylüyordur. Şimdi neden içgüdülerinizin haklı olduğuna bir bakalım
Baskın Fikirlerin Seçilim Avantajı
Domuz çiftliğinden göle akan lağım suyu bağımsızlığın bir sembolüdür. Muhalifler, profesörlerden daha hakiki fikirlere sahiptir zira profesörler bağımsızken muhalifler değillerdir.
Profesörlerin ve gazetecilerin bağımsızlığı vardır çünkü onlardan üstün olan bir güç yoktur ve meseleler üzerinde verilecek olan nihai karar onlara mahsustur. Yalnızca profesörler politikayı formüle edebilirler dolayısıyla devletin stratejisini belirleyebilirler, yalnızca gazeteciler devleti sorumlu tutabilirler dolayısıyla devletin taktiklerini yönetebilirler. Strateji ve taktiğin birleşimi ise tam anlamıyla kontroldür.
Muhaliflerin bağımsızlığı yoktur zira ne Çar ne de Kilise onların düşündükleriyle ilgilenir. Bu güçler onların düşünmeleriyle ilgilenir ve tek arzuları bu düşünme eyleminin sona ermesidir. Dahası bu güçler onu nerde ne zaman sona erdirmeleri gerektiğini de bilirler. Öyle ki muhaliflerin düşünmek için akla mantığa yatkın hiçbir sebebi yoktur. O nedenle ne düşündüklerinin de hiçbir önemi yoktur.
Gizli saklı, derme çatma yeraltı muhaliflerinden çıkan ve hayatta kalmayı başarabilen fikirler en iyi fikirlerdir. Aynı şekilde hayatta kalmayı başarabilen düşünürler en iyi düşünürlerdir. Mundana’da salt seçilim avantajı ancak hakikat veya güzellikle ilgilidir. Mundanalı muhaliflerin hayatları sefaletten ibarettir ama buna rağmen onlar bir elmas gibi kaskatı ve son derece saftır.
Mütopya’nın amfilerinde ve basın odalarında ise baskın olan fikirler için bir piyasa vardır. Baskın fikir gücü kullanmayı meşru kılan fikirdir. Bu tür bir fikir Mütopya’daki piyasada elde ettiği karın tadını elbette doyasıya çıkaracaktır.
Resesif (çekinik) fikirler için piyasada yer yoktur. Resesif fikir güç veya onun kullanımını hükümsüz kılan fikirdir. Bu tür bir fikir Mütopya’daki piyasada tutunamazlar. Bu çarpık evrimsel sürecin etkileri Mundanalı muhalifler arasında görülmezler.
İklim değişikliği problemini düşünün, bu probleme verilen iki yanıt vardır: eylem veya eylemsizlik. Eylem güç gerektirir, hem de oldukça fazla bir güç, zira bilmem kaç trilyonlarca dolar değerinde ekonomik aktivite yönetilmek zorundadır.
İklim çığırtkanlığı eylemi, iklim (değişimi) inkarcılığı eylemsizliği gerektirir. Hangi tarafın doğru olduğunu bilmeden, çığırtkanlığın baskın fikir olduğunu söyleyebiliriz ve haliyle bu durumda da inkarcılığın resesif (çekinik) fikir olduğu söylenebilir.
Amfileri ve basın odalarını gözünüzün önüne getirdiğinizde baskın fikirlerin neden resesif fikirlere üstün geldiğini anlamak çok da zor değildir. Baskın fikir siz ve sizin arkadaşlarınıza fayda sağlayan fikirdir. Baskın fikir arkadaşlarınız ve eski kamu hizmetleri öğrencileri arasında popüler olacaktır çünkü bu daha fazla iş ve daha fazla güç anlamına gelir.
Ve tabii ki resesif fikir bütün bunların tam tersine tekabül eder. İklim inkarcılığının resesif fikirlerini benimseyen bir iklim bilimcisinin, meslektaşları ve tüm dünyaya: iklim biliminin o kadar da önemli olmadığını, iklim bilimcilerinin hep bir ağızdan iklim biliminin önemli olduğuna kanaat getirmesinde bir hinlik olup olmadığını sorgulamaları gerektiğini söylediğini düşünün.
Bütün bu analizler hangi baskın veya resesif fikrin iyi olduğuna dair bize bir cevap vermez. Verdiği cevap Mütopyan katedralinin veremediği cevaptır, yani Mütopya’nın fikirler piyasasında daima baskın fikirlerin tercih edilecek olduğudur.
Bu yönde geliştiği apaçık olan sahte bilgiyi (pseudo-information) ortadan kaldırdığımızda, elimizde sahte bilginin zıttı ile değil, bilginin yoksunluğuyla kalırız. Hakikatin bizlere gönderdiği sinyalleri alamıyor, duyamıyoruz. Bildiğimiz tek şey kurumlarımızın duyamadığı, düşünemediği, bilemediği, anlayamadığı ya da ellerinde tuttukları güce zeval getirecek olan resesif fikirleri öğretemediğidir.
Çar’ın muhalif, yıkıcı, tahrif edici, heretik fikirlere tahammülü olmadığı Mundana’da halkın zihnine devamlı olarak bu kitlesel zarar verilmektedir. Peki Çar neden eşcinsel bir ateist gazetecinin tanrı, kilise ve kraliyet ailesi hakkında kötü sözler sarf etmesine izin versin ki? Yoksa Mundana’nın hapishane hücreleri yokluktan mı mustarip? Ya da cellatlar açlık grevine falan mı çıktı?
Toplum düşüncesinin bir söylem değil, bir kanun olduğu Çarlık, Katedralin tam olarak karşıt metotlarını uygulayarak katedral ile nerdeyse aynı sonuçları elde edebiliyor. Çar nizami düşünceden sapanları cezalandırırken, Katedral baskın fikre uyum sağlayanları ödüllendiriyor
Ödül ve cezanın birbirinden farklı şeyler olduğunu düşünmek bir hatadır zira bunlar sadece aynı noktaya varma gayretinin farklı yollarıdırlar, bu nokta ise insan hakimiyetidir.
Katedral Onarılamaz
Katedral iki sebepten ötürü onarılmazdır: İlki onarılmaz olduğundan onarılmazdır – dönüp Katedralin haline bir bakın, sizce onarılabilir gibi gözüküyor mu? – İkinci sebep ise problemin aslında Katedral kaynaklı olmamasıdır.
Lağımlı gölümüze geri dönelim ve gölü bu durumdan nasıl kurtarabileceğimizi düşünelim. Yosunları gölün üzerinden kaymak gibi sıyırarak kurtaramayacağımız konusunda hemfikir olduğumuzu düşünüyorum. Problemin kökten çözümü lağım sızıntısını durdurmak ve domuz çiftliğinden kurtulmaktır. Ardından gölün doğal yollarla kendi kendini temizlemesini bekleyebilir ya da kirli suyu arıtarak havzanın, dağdan akan masmavi akıntıyla tekrar dolmasını sağlamaya çalışmak olabilir. Ben… ikincisini öneririm.
Bu bağlamda domuz çiftliği, güç kaybetmekte olan ve doğal olarak sorumluluklarını başkalarına yıkmak isteyen bir tür hükümettir. Hükümet bir strateji veya politik karar konusunda sırtını üniversite araştırmalarına yasladığında ya da medya anlatısının etkisinde şekillenmiş olan bir karar aldığında veyahut medyaya çeşitli haberler sızdırdığında, bu vazifeleri üstlenen Katedrale hakimiyet kazandırır. Böyle bir durumda hükümetin dışında olmak Cengiz Han kadar demokratik olmaya benzer.
Hükümet neden gücünü yitirir? Cevabı oldukça basit, bürokraside yaşanan güç kaybı nedeniyle hükümet gücünü yitirir. Bu tür bir soru iki zamanlı motorun neden yağ yaktığını veyahut neden dizel motorun duman üflediğini sormaya benziyor.
Bürokraside herhangi bir karar bireyler tarafından değil süreçler tarafından alınır. Her şey bu sürece göre işler. Bürokrasideki yöneticiler patron değil, istisnai süreçlere müdahale eden idarecilerdir.
Bir bürokrat için başarının en temel kuralı doğru yapılan her iş için takdir toplamaya çalışırken yanlış yapılan şeyler için suçlanmaktan kaçınmaya çalışmaktır. Neyse ki süreç tarafından alınan karar başarının heyecanını katlayarak artırırken başarısızlığın neden olduğu kederi hafifleterek baskılar.
Eğer ki hesap verilebilirliği ve mesuliyeti hükümetin dışında olan birilerine aktarabilirse bürokrat okyanusun derinlerini ya da masmavi bir dağ gölünü zehirli atıklarla kirletiyormuş gibi hissedecektir. Hangi domuz çiftçisi çiftliğinde domuz dışkısından oluşmuş dev bir göl görmek ister? Domuzlar bile bu kokudan nefret ederler. İşte bu yüzden Mütopyan bürokrasi herhangi bir bürokrasiden farksız olarak güç kaybı yaşar.
Ve işte bu nedenle onu onaramazsınız. Güç kaybı yaşamadan sorumluluğunu en tepedekine odaklamış bir organizasyon bir ordu veyahut bir şirket gibi yapılanmış bir organizasyondur. Bu tür bir organizasyonda idareciniz patronunuzdur. Nihai yetki ve sorumluluk tek bir kişiye mahsustur.
Güç kaybı yaşamayan bu tür bir yönetim biçiminin bir adı var; monarşi. Şu anda Mütopya’daki yönetim biçiminin adı ise bir tür oligarşi olan bürokrasidir. (tam olarak ifade etmek gerekirse buna “Derin Devlet” denilebilir)
Hükümetimiz ve ‘güç-sıkı’ (power-tight) bir hükümet arasındaki fark bir keçi ve ceylan arasındaki anlaşılması zor farktan ziyade, bir ceylan ve horozmantarı arasındaki fark kadar anlaşılabilir ve kesindir. Bu ikisini birbirine benzetebilmenin herhangi bir yolu yoktur.
Mütopya’nın ve Geleceği
Mütopya’nın nazar boncuğu kırıldı ve onarılabilir gibi gözükmüyor. Hükümeti yalnızca rastgele olmakla kalmayan, aktif olarak sapkın ve kendini yok etmeye yönelik olan kararlar veriyor zira bu hükümetin beyni sadece kötücül baskın fikirlere yapısal olarak eğimli Katedralin kendisidir.
Mütopya’nın tam bir çöplük olmasına şaşırmamak gerek ancak Mundana’nın da ondan aşağı kalır bir yanı yok. Hesap sorulamayan Mundana hükümeti de sapkın ve yıkıcı kararlar alıyor çünkü Çar bunamaya başladı ve frengi kapıda bekliyor.
Şükür ki yukarıdaki alegori dikkate alındıktan hemen sonra Mütopya’da ve Mundana’da işler tersine dönmeye başladı. İki ülkede de köylüler ayaklandı ve tarihte hiç olmadığı kadar mucizevi bir şekilde bir köylü ayaklanması sonuç vererek işler yoluna girmeye başladı
Mundana’da Ne Oldu
Köylüler arasında sıklıkla ya da nadiren gördüğümüz bir toplumsal aydınlanmayla ayaklanarak, bazı hakikatlerin farkına vardılar;
İlkin: Hükümet devrildi. Çar ürkütücü, beceriksiz ve sadistikti. Çar’ın oğlu adı çıkmış bir müptela bilinen bir hemofili ve iddia edildiğine göre pedofiliydi
İki: Yeni bir hükümet oluşturabilecek sorumlu, aklı başında elitler vardı. Bu yeni hükümet monarşinin şakadan başka bir şey olmadığı meşruti monarşi ile yönetilecekti. Artık asıl güç, Çar’ın gaddarlığından kurtulabilmiş yeraltı entelektüellerine aitti.
Haliyle bu rasyonel köylüler, karşı konulamaz bir çekiciliği olmasına karşın devamlılığı olmayan demokrasinin gücünü eski monarşiyi azledip yerini yeni bir oligarşi ile doldurmak için kullandılar. Sonu asla gelmeyen tek bir politik gücün ve her zaman bir araç olan demokrasinin doğru kullanımı da zaten böyledir.
Yeni hükümetteki asıl güç pozisyonları eski rejiminin muhalifleri tarafından tutulmaya başladı. Çarlığın gizli polisleri tarafından tehdit edildiklerine dair herhangi bir ufacık delil bile onları ayrıcalıkların, yepyeni iş fırsatlarının kapılarını ardına kadar açarak ödüllendirdi. O zaman bu noktada muhaliflere ufak bir öneri verelim; belki bir gün çok işinize yarayacak olan o aldığınız tehditkar mesajları bir yerlerde saklamanızda fayda var gibi gözüküyor.
Yeni hükümet sistemi kusursuzca işlemeye başladı zira yeni yönetici sınıfı son derece iyi bir şekilde seçildi. Bu sınıf akıl sağlığını ve şerefini korumak için her şeyini kurban etmeye hazır olan bireylerden oluşuyor. Zaten en iyi devlet adamları bu tür bireylerden çıkar ve günün sonunda Mundana muhaliflerinin fikirleri can sıkıcı hakikatlere dönüşmüştü.
Sonuç olarak, özgür Mundana artık aklı başında, tarafsız liberal entelektüeller tarafından yönetilmektedir. Ülkede işlerin yolunda gittiği söylenebilir ve durum bir süre daha böyle devam edecektir.
Mütopya’da Ne Oldu
Köylüler arasında sıklıkla ya da nadiren gördüğümüz bir toplumsal aydınlanmayla ayaklanarak, bazı hakikatlerin farkına vardılar;
İlkin: Hükümet devrildi. Katedral ve kamu hizmetleri baskın fikrin ırk savaşları olmasından ötürü kafayı ırkla bozmuştu. Suçlar kontrolsüzce artış göstermişti zira suçları tolere etmek baskın fikirdi. Kamu hizmetleri herhangi bir önemli problemi çözmeyi beceremiyordu ve ordu herhangi bir savaşı kazanamayacak kadar acizdi.
Dahası Mütopya, Katedral hakikatten uzaklaştıkça dünya görüşünü dayatmakta zorluk yaşamaya başladı ve günün sonunda nerdeyse Mundana’nın ceza hukukunu taklit eder hale gelmiş ona uyum sağlamayan insanları sansürleyen, jurnalci, zihinleri kontrol altında tutmak isteyen bir yapıya dönüşmüştü.
İki: Yeni bir hükümet oluşturabilecek sorumlu, aklı başında elitler vardı. Özel sektörde monarşi sanatı kusursuzca uygulanmıştı. İşte bu monarşilerden bazıları, Mütopya’nın ihtiyaç duyabileceği herhangi bir hükümet kadar büyük, ortalama insan kalitesine (veya en azından IQ’ya) sahip, muhtemelen asla eşit olmayan, size çeşitli oyuncakları, kolaylıkları, zenginlikleri, oyunları, eğlenceyi, uyuşturucuyu, pornoyu ve ‘hizmet sektörünün’ parasıyla satın alabileceği her şeyi ayağınıza getirebilecek olan amansız mükemmellikteki kadroları bir araya getirmeyi başarmıştı.
Haliyle, bu rasyonel köylüler, karşı konulamaz bir çekiciliği olmasına karşın devamlılığı olmayan demokrasinin gücünü eski oligarşiyi azledip yerini yeni bir monarşi ile doldurmak için kullandılar. Sonu asla gelmeyen tek bir politik gücün ve her zaman bir araç olan demokrasinin doğru kullanımı da zaten böyledir.
Mütopyan “özel sektörünün” seçkin ve vizyoner lideri olarak tanınan, birden fazla çığır açmış şirketin patronu olan yeni hükümdar: Mütopya’nın geçmişteki teknoloji savaşlarında gazilik mertebesine erişmiş bireyleriyle doldurduğu rejimini adeta bir girişimmiş gibi tasarlamıştır.
Bu Batı Yakasının haydutları2 -bazen geleneksel geçiş sürecinde yardımcı olmaları için saçlarına ak düşmüş emektar devlet adamlarını işe alsalar da- hükümet hakkında hiçbir şey bilmezler. Hiçbir bir Gordion Düğümü3 bu delikanlıları durduramaz.
Eski oligarşi (katedral ve kamu hizmetleri) ise tasfiye edilmiş, parçalanmış, çöplüğe gömülmüş, üzerine benzin dökülerek ateşe verilmi… Ahh hayır! Ne dediğimin farkında değilim, bu sadece bir kâbus. Özür dilerim, kendimden geçmişim. Asla ama asla böyle bir şeye kalkışmayın.
Ve tabii ki Mütopyan bürokratlar ülkedeki en başarılı isimlerdendir. Hatta bazıları giriş seviyesi pozisyonunda tekrar işe alınmıştır. Geri kalanlara ise bir miktar kıdem tazminatı ödenip yeteneklerine göre yeni ve tatmin edici işler bulmaları için yardım edilmiştir. Bu insanlar eğer matematik profesörü veya bilim adamı olsalardı bile kendilerini yine aynı pozisyonda bulabilirlerdi.
Öyle görünüyor ki bu insanların hiçbiri eski rejime hizmet ederek ufacık da olsa hata yapmadılar. Normal insanlar Nazi Almanya’sında Nazi, SSCB’de de Stalinist olurlardı. Artık rejimin suçlarını vatandaşlara hatta devlet görevlilerine yıkmaktan vazgeçmenin zamanı geldi. Bu, 20. yüzyılın unutulması gereken kötü fikirlerinden sadece biri.
Aylarca -hatta yıllarca- Mütopya, insanların sadece çeşitli araçların ve kolaylıkların tadını çıkardığı bir yer değil ayrıca hak ettikleri anlamlı ve tatmin edici işlerde çalıştıkları cennetten bir köşeydi. Ve artık kafayı ırklarla bozmuş hiç kimse ama hiç kimse kalmamıştı.
Köylülerin, oldukça progenitif4 ve ihtiyaç fazlası varisler bekleyen yeni hükümdarlarına olan minnettarlığını ifade edebilmek hayli zordur. Bu yeni ve oldukça işlevsel Mütopya: ağzı burnunda, ortalama, yeteneksiz ve dangalak insanlar tarafından değil, aile misyonu Mütopya’yı yalnızca kısa vadeli planlarla kalkındırmaktan ziyade, onun hayalinin dallarının yüzyılları sarmaladığı ve varlığını uzun yıllar sürdürecek olan büyük ve görkemli bir hükümdarlık olarak süslendiği yeni saltanatın en yetenekli ve vizyoner bireylerince yönetilmektedir
Ülkede işlerin yolunda gittiği söylenebilir ve durum bir süre daha böyle devam edecektir.
Çeviri için Harun Yahya’ya teşekkürler.
Metnin orijinali:
Shitposting: İnternet kültüründe ironik olarak paylaşılan ve genellikle bir anlam ifade etmeyen şeylere (görsel veya yazılara) verilen ad.
West Side Thug: Yazar burada ABD'nin batısında ortaya çıkmış olan teknoloji şirketlerinin CEO'larına atıf yapıyor
Gordion düğümü: Büyük İskender'e atfedilen bir söylencedir. Genellikle, çözümü zor bir sorunun kaba kuvvetle halledilmesi anlamında metafor olarak kullanılır.
Progenitif: (Dölleyerek) Üreyebilen kimse.