Michel Houellebecq'in Platform adlı romanında, kendisine babasından büyük miktarda miras kalan, hayattan bezmiş bir devlet memuru olan Michel Renault,Tayland'ı seks turizmi için ziyaret ederken Valérie isimli gizemli bir kadınla tanışır. Fransa'ya döndüklerinde birlikte gittikçe daha da teşhirci ve tehlikeli cinsel fantezilere –BDSM, swinger’lık, kamusal alanda seks– doğru giden bir ilişkiye başlarlar. Michel işinden istifa eder ve Valérie ile patronuna batmakta olan işlerini kurtarmaları için yardım etmek adına zengin Batılı turistlere pazarlanan seks turizmi paketleri ayarlar. Bir noktada söz konusu paketlerden birini kullanarak Tayland'a giderler. Şezlonglarda yatıp dinlenirlerken ve Michel tropikal hedonizmden oluşan bu yeni hayata adapte olduğunu hissederken olaylar beklenmedik ve ölümcül bir şekilde yoldan çıkar.
"Başka bir minnettar bakış daha fırlatmak için Valerie'ye dönerken sağımda ‘klik’ gibi bir ses duydum. Sonrasında denizden gelen ve aniden kesilen bir motor sesi fark ettim. Terasın önünde uzun, sarışın bir kadın kalkıp çığlık atmaya başladı. Sonra anlık bir çatırtıyla ilk mermiler geldi. Sarışın kadın ellerini yüzüne götürerek bize döndü: bir mermi gözünden girmişti ve gözünün olması gereken yerde artık kanlı bir delikten başka bir şey yoktu; kadın hiçbir ses çıkarmadan yere yığıldı. Sonra saldırganları gördüm ve ellerinde makineli tüfeklerle bize doğru hızla hareket eden üç sarıklı adam."
Valérie ve bir sürü başka kişi bu terör saldırısında ölürken Michel'in de plajda tükenmeyecek bir seks rüyası da yok olur. Michel iyileşmek için bir süre Paris’te bir akıl hastanesinde yattıktan sonrasında intihar etmek maksadıyla Tayland’a geri döner ve romanın sonunda anlarız ki kitap aslında Michel'in okuyucuya bıraktığı intihar notudur.
Platform birkaç sebep yüzünden kayda değer bir eser. Houellebecq'i –o korkulan zeki ama çalışmıyor stereotipinin tam tersi olan– edebi süperstarlar ligine taşımasının ve ona üst segment bir dini nefret davası (beraat etti) kazandırmasının haricinde, bu roman Houellebecq'in işlerinde bugüne dek devam eden ürkütücü bir önsezi gibi geleneğin başlamasına sebebiyet verdi. Platform 21 Ağustos 2001'de, 11 Eylül'de yaşanan İslami terör saldırılarının yaşanmasına iki haftadan daha az bir zaman kala çıkmıştı, ve Houellebecq'in bu romanda betimlediği söz konusu terör saldırısı bir seneden biraz sonra yaşanacak olan Bali saldırısıyla ciddi bir benzerlik paylaşıyordu. Bundan daha da şaşırtıcı bir tesadüf ise Houellebecq'in 13 sene sonraki ikinci "İslam romanı" ile oldu. İtaat adlı roman, Fransa'daki elit kesimin agresif siyasal İslami hareketlere teslimiyetini konu alıyordu ve 7 Haziran 2015'te, Paris'teki Charlie Hebdo katliamının yaşandığı gün yayınlanmıştı. Ama bekleyin –dahası da var. Bundan sonraki romanı, Serotonin, Fransız çiftçileri arasında başlayan şiddetli bir isyanı konu almasıyla pandemi hızla sonunu getirene kadar Fransa’yı kasıp kavuran sarı yelekliler hareketini önseziye yakın bir şekilde önceden bildirdi. Belli ki Houellebecq bir şeyle irtibat halinde.
Tabii ki bu yazıda ele almak istediğim konu açısından Platform'un önemli olmasının sebebi, tüm bunlardan ziyade, bekleyebileceğimizden çok daha sofistike bir Houellebecq'i bize göstermesi. Bize söylendiğine göre Houellebecq, depresif romanların kralı - umutsuz, anlamsız bir hayatı anlatan romanlar. Sevimsiz, uyumsuz, tutunamayan adamların gözünden modern Batı hayatının anlamsızlığı –kaçınılmaz bir anlamsızlık– cesur bir şekilde gözlerimiz önüne seriliyor. Bunlar liberalizmin global zaferinin gerçek, acı meyveleri. Houellebecq, Tarihin Sonu'nun romancısı. O, bir incel ozanı (tabii kendisinden yaşça küçük bir kadınla evli olduğunu görmezden gelirsek –sanırım kadın Japon). Houellebecq “kara hapı” almış, tabii “kara hap”tan kasıt ekstrem bir ölçüde nihilist olmaksa, ki sonradan göreceğimiz üzere, herkes bu terimi kullanırken onu kast etmiyor.
Tabii Houellebecq, aslında bunların hiçbiri değil. "Kara hapı almış" olmasından bahsediyorum. Tarihin Sonu'ndan –anlamlı bir zaman kavrayışının olmadığı düz bir bölge– öte, Platform’un bize verdiği şey daha çok Tarih'in şoke edici, şiddetli dönüşü. Korkunç, ama aynı zamanda da korkunç derecede heyecan verici bir olasılıklar zincirinin, evren milyarlarca yıl sonra kendi kendini yok edinceye kadar devam edecek bir stabilite sözü veren bir dünyaya dönüşü. (Ve lütfen hayatın sanatı, hem de kitap yayınlandıktan yalnızca bir iki hafta sonra, nasıl da gösterişli bir şekilde taklit ettiğini de unutmayalım.)
Platform, umutsuzluğun romanı olmaktan çok, büyük bir umudun romanı; ya da en azından ben onu böyle okumayı tercih ediyorum. Mesajı şu: Hayat sonsuza dek keyifli, ama nihayetinde manasız cinsel eylemlerin (onlara ulaşabilecek kadar şanslı olanlar için tabii) ölene kadar –genç, körpe Tay bir masözün kollarında belki– tekrarından ibaret olmak zorunda değil. Hayır, hayat aynı zamanda jetski kullanan bir cihatçının elinden şiddetli bir ölüm tatmanız veya bu öngörülemezlikte bir şey olabilir. Olasılıklar!
Tabii Michel Renault için saldırı ve sevgilisi Valérie'nin ölümü bardağı taşıran son damla; ve İtaat'te de daha genişçe irdelendiği üzere daha geniş netice ise Batı'nın, derisini değiştiremeyecek kadar yorgun ve yoz olması.Yalnızca dışarıdan gelen bir güç, mesela mülteciler ve demografik değişiklik sonucu yaygınlaşan agresif bir dini hareket gibi bir şey, eski düzeni değiştirebilir.
Tabii bunun dışında, Houellebecq'in eserlerinde –ufak ışık huzmeleri gibi– dünyadaki her şeyin karanlık ve umutsuzluktan oluşmadığını kanıtlayan ve başka yönleri işaret eden bir sürü emare mevcut. Gören gözler için nice ibretler vardır.
Bu ve bunun gibi sebepler yüzünden, Houellebecq'in genç "sağ tandanslı" kurgu yazarları arasında baskın olduğu iddia edilen "kara haplanmış" bir estetiğin üstadı olarak nitelendirildiğini görmek beni oldukça şaşırttı. Alex Perez de IM-1776 Art and Literature for Dissidents başlıklı sayının temel yazılarından biri olan “Overdosing on the Literary Blackpill”de bu "muhalif" yazarlar hakkında iki iddiada bulunuyor: i-) söz konusu yazarlar basitçe Houellebecq'i beceriksizce taklit ediyorlar ama bunu okuyuculara rahatsız edici gelmeyecek bir şekilde yapacak kişisel karizma ve yazarlık yeteneğinden uzaklar; ve ii-) eğer "muhalif sağ" içinden doğru dürüst bir edebi akım çıkacaksa, bu genç yazarlar kendilerinden dışarı bakmanın ve "normal insanlardan" oluşan daha geniş bir kitleye hitap etmenin bir yolunu bulmalılar.
Bu tespitin genel hatlarıyla çok bir sorunum yok, şayet kast edilen internetin bu tarafında da kötü yazarlar olmasıysa, evet, internetin bu tarafında da kesinlikle kötü yazarlar var. Bunların yazdıklarının en kötüsü ise genellikle gerçekten kötü oluyor, tekrar eden, bir çekiciliği veya kanıtlamak istediği bir noktası olmayan cinsten kötü. Ve evet, bunların bazıları Houellebecq'in ilk ve en incel-imsi romanı olan Whatever'ın kötü bir taklidi gibi duruyor. Taklit hakikaten de en samimi iltifat olabilir, ama genellikle iyi bir okuma deneyimi sunmaz. Bu da gerçekten sağlam yazarlar için bile doğru; mesela Cormac McCarthy. Onun da erken dönemlerindeki Faulkner taklitleri pek akıp giden cinsten değildi; özellikle anti-pikaresk tarzda yazdığı Suttree zor okunuyor ve aslının yerini tutmuyordu1. Perez'in de söylediği üzere, problemin bariz bir kısmı, internet ile birlikte artık yayımcılıkta herhangi bir kalite kontrolünün kalmaması. (Burada kötü şiire değinmeyeceğim, ki onun da önemli bir kısmı yirminci yüzyıl –mesela modernizm ve onun birçok farklı şekli– yaşanmamış gibi yaparak sone ve epikler yazabileceğimizi düşünmemizden kaynaklanıyor. Hayır, yapamayız.)
Bununla birlikte bence gayet açık bir şekilde bu "muhaliflerin", ya da "sağ-eğilimli" yazarların, ya da siz onlara ne demek istiyorsanız onların bir kısmı tarafından üretilen gayet güzel kurgusal eserler var. Bunların bazıları daha öncesinde bu dergi içerisinde de yer aldı. Mesela Zero H.P Lovecraft'ın iş dünyasıyla ilgili kabusvari bir portre çizdiği eseri ”Dagon”. Faisal Marzipan'ın önemli bir danışmanlık şirketinin işe alım sürecini kara-komedi tarzında tasavvur etmesi “Minnetonka Safe Haven Project”. Detective Wolfman'ın arketipik maceraları “Heartsfire”. Veya son sayının cevherlerinden “The Scrimshander”'a ne demeli? Ya da bu sayıdaki “human.exe”'ye? Burada saydığım hikayelerin hiçbiri Perez'in söylediği sorunları yaşamıyor. Bunun yerine elimizde cesur bir hayalgücü, orijinallik, korku, gerilim, heyecan, yetenek ve elbette iyi bir miktar karizma ile zekâ var. Bu hikayeler olabilecek en geniş okuyucu kitlesine ulaşabilecek ve ulaşması gereken hikayeler. Buradan hareketle diyorum ki, bana göre "kara hapı almış " hikayeler hiç de söylendiği kadar baskın bir trend. Yani belki bir trend olabilir, ama bana söylendiği üzere, ciddi derecede endişelendirici bir şeymiş gibi görünmüyor.
Perez'in şikâyet ettiği kötü yazarlık problemine gelirsek, o konuda suçlamamız gereken kişinin Houellebecq olduğundan bile emin değilim. Brett Easton Ellis o tarz edebiyata bariz bir etkide bulunmuş vaziyette –bu derginin editörü olarak düşündüğünüzden çok daha fazla Bateman monoloğuyla uğraşmam gerekti (Sonrasında testislerime 10 dakika boyunca JOOV 600nm kırmızı ışığını uyguluyor ve rutinimin geri kalanını hazırlamaya koyuluyorum)– ki onun dışında Fight Club'ın yazarı Chuck Palahniuk da var, eğer sadece elimdeki örneklerden iki tanesini söylemem gerekirse.
Analizin asıl dağıldığı noktaya, Perez'e göre gerçekten "kara haplı" bir yazar olmanın ne demek olduğunu düşünmemizle varıyoruz. Kendisi tam olarak bir tanım vermiyor ama biz elimizdekilerle bir tanesini kolayca oluşturabiliriz. "Kara haplı" yazım tarzı dünyaya karşı genel bir bıkkınlık ve depresif bir hayat görüşü ile kendini belli ediyor. Genellikle “depresifler” tarafından yazılır ve onlara hitap eder. Evet, buraya kadar olağandışı bir şey yok. Ama sonrasında deniyor ki bu söz konusu yazarlar "kızgın genç erkek" diye tabir ettiğimiz tiplemeye oynuyorlar, ve takdir edersiniz ki bu, kara hapı yutmuş ve sindirmiş olanlarla özdeşleştirilen genel umursamaz tavırla pek bağdaşmıyor. "Kara haplı" edebiyat ise genel olarak "iğrenç", "tiksindiricilik" ile dolu, "bayağı ve hovarda" ve "antisosyal" olarak anılıyor, ki bunlar tek başına kara hap ile özdeşleştirmeye bile genellikle alışık olduğumuz şeyler değiller.
Buradaki tek sıkıntı yazıda ima edilen tanımın tam olarak doğru olmaması da değil. Perez öyle bir yazarı bu söz konusu yazarlar listesine dahil etmiş ki kendisinin gerçekten ne yaptığını anlamak konusunda oldukça zorlanıyorum. Belki inanmayacaksınız ama bahsettiğim kişi Bronze Age Pervert. BAP elbette internetin bu tarafı için oldukça etkileyici bir figür ve eminim ki söz konusu Bateman monologlarını yazıp bana gönderen kişiler de Bronze Age Mindset'i okumuş ve beğenmişlerdir. Ama bunun BAP'ın kendisi ve yazdıkları hakkında hiçbir şey söylemediğini belirtmeme gerek var mı? BAP'ı "kara haplı " olarak adlandırıp sebep olarak kitlesinin bir kısmının öyle olmasını sunmak, sırf ben şu an Phil Collins'in “Easy Lover”'ını dinliyorum diye Phil Collins'i "muhalif sağ" hareketinin bir üyesi olarak adlandırmak gibi bir şey. Mantıksız.
BAP'ın mesajı "kara haplanmanın" tam tersi. Bunu söylemek zorunda olmak bile oldukça saçma. Ama bakın ki buradayım ve söylüyorum. Kitabın pozitif havası zaten bu kadar popüler olmasının temel sebeplerinden biri. Evet, bok gibi bir dünyada yaşıyoruz, genç ve zinde olanlarımız gün geçtikçe daha da çöken yaşlıların tepelerinde olduğu bir gerontokrasi tarafından yönetiliyor; evet, şu anda içinde bulunduğumuz düzen bütün iyi olarak adlandırabileceğimiz hayat tarzlarına karşı; evet, kapana kısılmış, cezalandırılmış, kısıtlanmış, emekli edilmiş gibi hissediyorsunuz ama bir zamanlar başkaları da böyle hissediyorlardı ve o zamandan bu yana söz konusu şeyler ciddi bir şekilde değişti, şimdi de ciddi değişime yönelik yeni sinyalleri ufukta görebiliyoruz. BAP sadece modern dünyanın nasıl olduğuna yönelik birtakım tespitlerde bulunmuyor, bize açıkça çıkışı gösteriyor ve oraya doğru giderken kendimizi kötü hissetmeyelim diye sırtımızı sıvazlıyor; tabii Perez'in de dediği gibi Bronze Age Mindset bir kişisel gelişim kitabı değil. Eğer istediğiniz şey Lift, Love, Laugh tarzı bir şeyse onun için benim sıradaki kitabımı beklemeniz gerekecek (ki söz konusu başlığı ilk ben gördüm, dolayısıyla ellerini uzatanlar lütfen çeksin!).
Ama Perez, okuyucuların Bronze Age Mindset'in mesajına dikkat kesilmelerini istemiyor. Sanırım burası söz konusu yazının asıl amacının ortaya çıktığı kısım. Perez'in kendi sözleriyle anlatmak gerekirse:
"BAM (Bronze Age Mindset) kesinlikle ‘kara haplı’ bir metin, fakat söz konusu kitabın arkasındaki asıl güç içeriği değil... onu sarmalayan kaotik enerji ki genç yazarların da bu kitaptan alıp eve götürmesi gereken kısım bu. Bir kitabın stiliyle ve estetiğiyle söylediği şey, genel olarak kendine tema olarak seçtiği ve aktarmaya çalışıp genellikle de beceremediği parçasından çok daha önemlidir."
Yani Perez'in söylemeye çalıştığı şey.... ünlü BAP jargonunun Bronze Age Mindset ile ilgili önemli olan şey olduğu mu? İçeriği boşverip BAP'ın katı dilbilgisi kurallarını yıkıp komik argo sözcükleri uydurmasına odaklanmamız gerektiği mi? BAP'ın konuşma tarzının bizim tarafımızdaki kurbağa kullanıcılarının arasında (frog-poster) oldukça popüler olduğu kesin, ama bu gerçekten de bayağı yanlış bir okuma biçimi. Perez elbette ki Bronze Age Mindset'i beğenmemek konusunda özgür. Ama "kitabın arkasındaki asıl gücün" yani onu Twitter'ın köşelerinden Beyaz Saray'ın koridorlarına kadar fanatik bir heyecanın sebebi olmasının sebebini içeriğinden çok stilinde, enerjisinde ve estetiğinde -sanki herhangi bir durumda biçim ve içerik bu kadar net bir şekilde ayrılabilirmiş gibi- aramak bana açıkçası akıl almaz geliyor.
Sonunda sanıyorum "kara haplı" tanımının neye tekabül ettiğini anlayabiliriz. Bir hareketin düzgün bir eleştirisinden çok yazarın sevmediği şeylere yapıştırdığı bir etiket anlamına geliyor, ki açıkça bunlardan birisi de Bronze Age Mindset.
Şimdi abarttığımı düşünüyor olanlarınıza karşı belirtmek isterim ki yazarın Bronze Age Mindset'in etkisini minimalize etmeye çalışması, sadece bu metnin sınırları içerisinde var olan bir durum değil. Aslında ben bunu geniş bir fenomen olarak değerlendiriyorum. BAP ve yarattğı hareketle özdeşleştirilmeye -elbette güvenli bir mesafeden- karşı çıkmayıp, onun Bronze Age Mindset'te söylediği şeylerin tek bir kelimesine bile inanmayan bir sürü kişi var. Bunun en açık olduğu an BAP'ın en son Twitter'dan banlandığı, ve cömertliğinden nasiplenen hesapların anında ona sırtını döndüğü andı. Kitap, karşı çıkılamayacak derecede önemli olmasına rağmen çok aşırıydı, çok direktti, yani hiçbir şekilde söz konusu "muhaliflerin" istedikleri iktidar partisinin kapısından onları sonunda içeri geçirecek kadar "saygı duyulası" değildi. Bu açıdan bakılınca Perez'in "iğrenç", "bayağı ve hovarda", "antisosyal" gibi kavramları kullanması ve özellikle "kara haplı " yazarların "normal insanlara" karşı iyi gözükme isteğine dair söyledikleri bambaşka bir anlam kazanıyor. Kendisinin Bronze Age Mindset’ten” “kara haplı yazarlar arasındaki en popüler kendi kendine yaynınlanmış kitap” diye bahsetmekte ısrar etmesi de aynı şekilde. Bunu antik çağ tarihi, felsefe veya klasik filoloji gibi alanlardaki en popüler yazarları onlardan binlerce daha fazla kopya satarak geride bırakmış olan bir kitaba çok direkt bir alay olarak anlamaktan başka bir yol göremiyorum. Yani beyaz haplardan bahsetmek gerekse, tek başına o satış rakamlarının bile çok büyük bir örnek olduğunu söylerdim, sizce de öyle değil mi?
Tabii bu daha "tehlikeli" yazarların düşüncelerinin daha –nasıl denir?– anaakıma entegre olmuş yazarlar tarafından iğdiş edilmesinin ilk örneği değil. (Not: Ana akıma etki etmenin yapmaktan sakınmamız gereken bir şey olduğunu ima etmeye çalışmıyorum, ki belirttiğim üzere gayet büyük bir etki yarattığımız da su götürmez bir gerçek.) Nietszche bu klasmandaki en açık örneklerden biri. Yazdıklarının kız kardeşi Elisabeth Förster-Nietszche tarafından kendi ideolojik görüşlerine uyacak şekilde kırpılmasından bahsetmiyorum, hayır. Daha çok Deleuze, Derrida veya Foucault gibi Fransız post-modernistlerinin, Nietzsche’nin dediklerinin içeriğinden ziyade tarzına ve metoduna (soykütüğü) yoğunlaşmalarını kast ediyorum.. Bu bize hiçbir şekilde diğer Nietszche ile alakası olmayan bir "Yeni Nietszche" vermekle kalmayıp, aynı zamanda da "Nietszcheci" Foucault gibi absürdlüklerin de ortaya çıkmasına sebep olmuştu, ki kendisi Son Adam için bulabileceğiniz en harika adaylardan biri: San Fransisco'nun hamamlarında HIV yayarak nirvanaya ermiş kel, gözlüklü bir oğlancı. Bernard Williams'ın, acayip bir biçimde bağdaş kurarsa Anglo-Amerikan analitik geleneğinin ciddi filozofları arasına güzelce yerleşebilecek Humecu, "liberal" Nietzsche'si de daha az absürt değil. Pffft.
Tabii bütün bunları bir kenara bırakırsak, BAP'ın kendisini eleştirenler ve ona yönelik çeşitli çözümlemeler yazıp çizenler yok olduğunda bile kendisini okuyanlara kendince bir şeyler söyleyeceği kanaatindeyim.
Perez'in yazısından geriye, "kara haplı" yazarların nasıl daha geniş kitlelere hitap edebilecek bir akım yaratabileceği yönünde birtakım tavsiye çabaları kalıyor. Bir akım, bilhassa politik bir akım inşa etmek, beraberinde sorunlar getirir. Temel meselelerden birisi, tüm alenen politik sanatı rahatsız eder: Sanatın alamet-i farikası politik mesajı mıdır? Öyleyse, o mesaj nedir? Bir sanatçıyı başka bir şeyden ziyade "muhalif sağcı" yapan nedir?
Her şeyden önce güzel sanat eserleri oluşturmaya odaklanmamız daha makul olmaz mı? Sonuçta çoğu sanatçı, kendilerinin de kabul ettikleri üzere, estetik prensiplerin geleneksel kalıplarını (bir şeylerin eserlerde temsili, harmoni, doğa ile birlikte uyum içinde yaşama, vesair) terk etmiş insanlar, ki bu da sağ eksendeki sanatçıları kendi görevlerinin peşinden koşmak adına oldukça serbest bırakıyor. Söz konusu durumu depolitize edebilmek -yani söz konusu "muhalif sağ" sanatçıların sadece sanat ürettiğini söylemek- çeşitli durumlarda avantaj yaratabilir. Bu benim kendi önerim,veya en azından önerimin başlangıcı ve ana mesajı olurdu, ama bunun da geliştirilmeye ihtiyacı var ve bu yazı onu yapmam gereken yer değil.
Bu ve bunun gibi bir sürü soru, şu anda cevaplanmamış bir şekilde ortada duruyor. Ama şu anda da açık bir şekilde bildiğim bir şey varsa, o da söz konusu "muhalif sağ" görüşün hayali düşmanlara mızrak sallayarak, veya onu cömertçe beslemiş olan eli ısırarak hiçbir savaş kazanamayacağıdır.
Çeviri: Kalamith
Edisyon: H Kunelciyan
Yazar: Raw Egg Nationalist
Yazının Orjinali: Tilting Against Blackpills
Yazarın kendi görüşüdür. Mürekkep editoryal kadrosu yazarın bu fikrine katılmamaktadır.