2019 senesinde, Maine eyaletinin Portland kenti, Orta Amerika-Meksika-ABD boyunca uzanan göçmen barınaklarının oluşturduğu hat üzerinde kaçak seyahat eden yüzlerce Orta Afrikalı tarafından istila edildi. ABD’ye ulaştıklarında, San Antonio’dan Portland’a ulaşımlarını Catholic Charities Maine (Maine Katolik Hayır Kurumu) sağladı: yüzlerce Angolalı ve Kongolu’nun otobüs biletlerini ödemenin yanı sıra gidecekleri yere ulaştıklarında yardımlardan nasıl faydalanabileceklerine dair talimatlar verdiler. Maine’de doğup büyümüş, üç ve beş yaşlarındaki çocuklarıyla beraber bir evsiz barınağında yaşayan iki Amerikan –David Pippin ve Ashley Livingston– bu göçmenlere yer açılabilmesi adına barınaktan kovuldular. Hayatta kalabilmek için çadır kurup orada yaşamak zorunda kaldılar.
İçişleri bakanlığının verilerine göre, 2005 ve 2014 yılları arasında ABD hükümeti mülteciler için 96 milyar dolar, mültecilerin aileleri içinse 126 milyar dolar harcama yapmış olsa da bu fatura yalnızca ABD Sağlık Bakanlığının Halk Sağlığı Departmanı harcamalarını yansıtmakta. Neil Munro’nun da dediği gibi ‘’Bu harcamalara devlet yardımları yoluyla yapılan ek harcamaların yanı sıra federal hükümetin yaptığı sosyal güvenlik, eğitim ve barınma programları dahil değil.’’ Bu paraya dahil olmayan bir diğer alan ise sivil toplum örgütleri ve CCM (Catholic Communites Maine= Maine Katolik Toplulukları) gibi son derece geniş ve birbiriyle bağlantılı hayır kurumlarıyla mikrofinans organizasyonlarının yaptığı özel harcamalar.
Heritage Foundation’ın (Miras Vakfı) da gözlemlediği gibi CCM, Maine’e göçmenlerin getirilmesi hususunda hükümet ve sivil toplum örgütleri birlikte çalışmakta. CCM aynı zamanda, iltica ve sınır dışı etme davalarına avukatlarını görevlendirmek suretiyle göçmenlerin yasal haklarını da savunma yoluna gitmiş durumda. Bir diğer kurum ise USCCB (United States Conference of Catholic Bishops = Birleşik Devletler Katolik Papazlar Konferansı) tarafından yoksullukla ve sosyal adaletsizlikle mücadele için kurulmuş olan CCHD. (Catholic Campaign for Human Development = İnsani Gelişim için Katolik İnisiyatifi) USCCB 1969 yılında adanmış teşkilatçı Saul Alinsky tarafından kendi Endüstriyel Bölgeler Derneğine finansal destek sağlaması amacıyla kuruldu. İlginç bir şekilde genç Barrack Obama’yı “toplumsal teşkilatlanma işlerinde’’ eğiten kurum da buydu.
Alinsky’nin fikirleri, Sol kesimin kurumlar üzerindeki etkisini şekillendiren politik stratejilere ışık tutan şey oldu. David Horowitz’in Shadow Party’de (Gölge Ekip) yazdığı gibi: “Alinsky, radikallerin oyunun kurallarını anladıkları ve suistimal ettikleri sürece çoğunluğun onayı olmadan da devrimsel değişiklikler yapabileceklerini kavramıştı.’’ Bunu yapabilmenin yollarından biri de kiliseler, sendikalar ve etnik oluşumlar, toplumla derin bağları olan kurumların içine sızıp ardından da yasaların işlerine gelmediği noktalarda onları aşabilmek adına federal kurumlarla beraber çalışmaktır.
İşte tam şu an ABD’de, özellikle Maine’de olmakta olan da budur. 2016 yılında dönemin Maine valisi Paul Lepage, eyaleti hükümetin mülteci yerleştirme programından çıkardığını duyurmuştu. Ama buna rağmen mülteciler gelmeye devam ettiler, peki nasıl mı? Üstte bahsedilen ve bu duyurunun ardından en az 600 mültecinin gelişine aracılık eden CCM sayesinde. CCM 2016-2017 mali bilançosunda 27,7 milyon dolar kâr açıkladı. CCM aynı zamanda kamu kurumlarından –6,9 milyonu Medicaid’den olmak üzere– 14,2 milyon dolar gelir elde etti. Toplamda kiliseler, Katolik yardım kuruluşları ve okullar 2012’den bu yana 1,6 milyar doları geçkin değerde kamu ihaleleri ve hibeler elde ettiler.
Maine’in demografisini içeriden değiştirmeye çalışan gölge ekibin bir diğer üyesi de mevcut Maine valisi Janet Mills. 2018 senesinde beyaz bir Amerikalı olan Donald Guisti, Lewiston Kennedy Park’ta bir grup Somalili tarafından ırk gerekçeli bir saldırıyla öldürülmüştü. (Lewiston belediye başkanı Shane Bouchard, Kennedy Park’ta bu tarz saldırıların oldukça yaygın olduğunu söylemiş ve akıllara Somalili çocukların diğer çocuklara sopalarla saldırdığı ve bir kadın tarafından kayda alınan videoyu getirmişti.) Ama o zaman başsavcı olan Mills bu cinayetin ardından ‘’Nefrete karşı durmak’’ isimli bir miting düzenlenmiş ve bu saldırının arkasındaki ırkçılığı kınamak yerine İslamofobi’yi yermişti. Başsavcı olarak görev süresi boyunca Mills, Lewiston’da gerçekleşen vahşi mülteci saldırılarını soruşturmayı reddetmiş veya süreci yavaşlatmıştır.
1980 senesinde bütün ABD’de yalnızca 640 Somalili vardı. Bugünse 3500’ü Lewiston’da olmak üzere sadece Maine eyaletinde 6000 Somalili var. Refugee Resettlement Watch’ın (Mülteci Yerleştirme Gözcüleri) editörü Ann Corcoran bu durumu şöyle açıklıyor: “Dışişleri Bakanlığı, İç Güvenlik Departmanı tarafından denetlenmiş ve BM tarafından özel olarak seçilmiş insanları kabul ediyor. Ardından mülteciler, içerisinde USSC, Dünya Lüteryan Hizmetkârları, Yahudi Yardımlaşma Kurumu gibi kurumların da olduğu 9 grup arasında dağıtılıyor. Bu 9 grubun 6’sı doğrudan ABD vergi mükellefleri tarafından finanse ediliyor. Bu gruplar kendi görev yüklerini de 190’dan fazla Amerikan şehrindeki 350 kadar alt birimle paylaşıyor.
Mülteci yerleştirmeciliği ABD’de getirisi yüksek bir iş, özellikle de dini yardım kurumları için. Örneğin mültecilerin çocuklarına bakım başta olmak üzere çeşitli hizmetler sunan Lüteryan Göç ve Mülteci Hizmetleri, 2018 yılında Sağlık Bakanlığından 28,4 milyon dolar ödeme aldı. Michelle Malkin’in de dediği gibi ‘’Bu genişleyen yardım ağı yıllardır var ve kaçak göçmenlerin varlığını isteyen küresel çıkarlar, solcular ve dini kurumlar tarafından destekleniyor.’’ Peki bu kurumlar neden yasa dışı yabancı çocukları çok istiyorlar? Cevap basit, her çocuk yaklaşık 50.000 dolarlık bir hibe getirisi sağlıyor. Son Sığınak isimli Twitter kullanıcısı bu durumu şöyle yorumluyor: ‘’Din temelli göç hizmetleri, yasallaştırılmış insan kaçakçılığı için kullanılan bir kılıf.’’
Post liberal sağ kesimdeki birçok muhafazakâr, Katolik kilisesi başta olmak üzere dini grupların birçoğunun liberal düzene direnebilecek güçte olduğuna hala inanıyor. Gerçek şu ki, çoğu dini kurum ele geçirilmiş vaziyette ve liberal hedefler için çalışmakta. Sözde Yeni Sağ’ın bir parçası olan Katolik entegralistler1 bile önemli meselelerde sol ile beraber çalışmaktalar. Örneğin Adrian Vermuele; nefret karşıtı yasaları, zorunlu aşılamayı ve tabii ki de kapsamlı göçü destekliyor. Harvard’da hukuk profesörü olan Vermuele Adalet Aynası isimli dergide yayınlanan yazısında; Afrika, Asya ve Latin Amerika’dan gelecek göçmenleri imtiyazlı saymayı savunuyor ve “Geçmişin hiçbir şey bilmeme huyunu aşmamız gerekiyor,” diyor. Yazısının devamında ise “Epey bir yol aldık ancak daha çok yolumuz var. O yol ise Guadalupe Hanımı’nın2 İmparatorluğunu ve nihayetinde de doğal yasalar içeren Dünya hükümetini kurmaktır.’’ Diyor. Eski New York Post yazarı Sohrab Ahmari ise ‘’Modern Batı’yı doğuran etken olan evrenselci özlemcilik pahasına tikelciliğin yeniden doğmasından’’ yakınmakta. Peki 2015 Avrupa göçmen krizi esnasında Angela Merkel ve onunla beraber olan onlarca STK, hayır kurumu ve de Hıristiyan demokratlar evrensel özlemler tarafından yönlendirilmiyor muydu?
Eğer ki entegralist sağcılar ve Katolik yardım kuruluşları bağnazlıktan ve keskin sınırlardan arınmış dünya vizyonlarını gerçekleştirebilselerdi, bu durum ülkeleri göçmenlerin lehine baştan şekillendirilen Amerika’nın yerli halklarının pahasına olacaktı. Yardıma muhtaçlara, yoksullara, evsizlere ve hastalara yardım etmek Hıristiyanlığın bir gereği olsa da (Luka 12:33-34) bu, yabancıları kendi insanlarımızın üstüne koymak demek olmamalı. Filozof Rene Girard’ın “I See Satan Fall Like Lightning” kitabında da yazdığı gibi: “Kurbanlara duyulan ilgiyi Hıristiyanlık karşıtı bir tavırla 'radikalleştirerek' Yahudi-Hıristiyan geleneğinden kaçmaya çalışan karikatürize bir aşırı-Hıristiyanlık' yaşıyoruz.’’
2019’da Portland’da olanlar, Kongolu ve Angolalı mültecilerin şehri istila ederek barınma kapasitesini ve kaynaklarını tüketmeleri Sağ’ın kulağına küpe olmalı.
Post-liberal sağ kesim hiçbir zaman bütün meselelerde aynı çizgide olamayacak ve saflık sarmalına girmek de verimli olmayacak. Ama hepimizin ortak çizgide buluşup kabul etmesi gereken bir şey varsa o da hem yasal hem de yasa dışı kitlesel göç. Batı’nın piçleştirilmesi Hıristiyanlık ile açıklanamaz veya suçlanamaz. Para ve güç uğruna illegal göçmen kaçakçılığı yapmakla hayırseverlik veya dindarlık arasında hiçbir bağlantı yok.
Orijinal Yazı: HOW CATHOLIC CHARITIES ARE AIDING DEMOGRAPHIC CHANGE
Yazar: Forrest Robınson
Çevirmen: Cenk Çalışkan
Editör: Fahri Sağyürek
Katolik Entegralistler (Catholic Integralists), Siyasi güç ile dini gücün bütünlüğünü savunan laisizm karşıtı görüş. –E.N.
Meksika Hıristiyanlığı anlatısından Meryem Ana kast edilmektedir. –E.N.
Kaleminize sağlık.