Peter Boghossian ve James Lindsay’den akademik felsefeyi zehirleyen çağdaş safsatalar üzerine;
İkimiz de Batı felsefesinin zengin mirası üzerine çeşitli okumalar yapmış ve bu miras hakkında uzun uzadıya kafa yormuş insanlarız, hatta birimiz akademik bir filozof olarak yayınlar yaparak üniversitelerde yıllar boyu eğitim bile verdi. Ancak geldiğimiz noktada felsefenin bugünkü yapısı hakkında istemeyerek de olsa kötümser olan bazı düşünceleri paylaşıyoruz. Çok sıklıkla, akademik felsefe çalışmalarının entelektüel dünyamızı tersyüz ettiğini ve zehirlediğini düşünüyoruz. Yani bu durumu, akademi felsefesinin bizleri kötü fikirleri rasyonalize etmekte eğittiğini ancak iyi fikirleri tanıyabilmekte yetersiz kılarak epistemolojik durumumuzu kötüleştirdiğini söyleyerek daha açık bir şekilde ifade edebiliriz
Sosyal bilimci Michael Shermer, İnanan Beyin (2012) ve Neden İnsanlar İlginç Şeylere İnanır isimli kitaplarında neden zeki insanların ilginç şeylere inandığını anlatıyor; ona göre bunun nedeni zeki ve eğitimli insanlar akılcı olmayan sebeplerle inanışlarını rasyonalize etmekte daha başarılı olmaları. Başka bir ifadeyle; gerçekten zeki insanlar vardıkları yargı her ne olursa olsun onu haklı çıkarmak için nedenler bulmakta oldukça iyiler. Ya da kendi teorik modellerine bağımlı olup, teyit etme ön yargısı (confirmation bias) ve onun yakın kuzenlerinden olan geri görüş ön yargısı (hindsight bias) ve çekicilik ön yargısının (desirability bias) bir tür birleşimiyle tercih ettikleri yargıyı doğrulamak adına ortaya koyulan verileri eğip bükme eğilimindedirler.
Akademik felsefeciler özellikle varsayımsal ve karşı olgusal durumları incelemekte, semantik yargıları savunmakta ve çoğu insanın alakasız ve içi boş olduğunu düşündüğü ezoterik fikirler geliştirmekte ustalaşmışlardır. Muhalif felsefeciler de bunlar ile zorlu bir davayla cebelleşen pratik zekalı bir avukat edasıyla münakaşa ederler. Bu tür safsatalar zaman ve kaynak israfıdır ancak en azından birilerine zararlı değildirler.
Bununla beraber Shermer’in tanımladığı etki, bir grup zeki insanın bir araya gelip kolektif entelektüel yeteneklerini günümüzün ahlaki modasını meşrulaştırmak için birbirleriyle paylaştığında daha da büyür. Bu noktada akademik felsefeciler kendilerine, birbirlerine fazlasıyla zarar verici olabilir ve modern toplumların karşılaştıkları sorunlara daha geniş bir perspektiften bakabilmesini de engelleyebilir.
Ahlaki modaları savunurken, taraflar kendilerinin -ahlaki olarak üstün- belirli fikirleri desteklediklerinden dolayı daha iyi insanlar olduklarını düşünürler ve onları kendilerini böyle davranmaları için cesaretlendiren, ödüllendiren, destekleyici bir topluluğa mensupturlar. Bu, psikologların geçici rasyonalizasyon (post-hoc rationalisation) olarak adlandırdıkları, insanların ahlaki sezgilerini daha sonrasında rasyonelleştirecekleri ve bu nedenle sezgisel iddialarını yanlış bir şekilde ahlaki akıl yürütme sürecine atfedecekleri bir süreç olan bir geri bildirim döngüsü yaratabilir. Zeki insanlar, özellikle tartışma ve mantık sanatlarında eğitim görmüş filozoflar, bu konuda özel bir yeteneğe sahip olma eğilimindedirler.
Saydığımız rasyonalizasyon problemleri, sonuçların ampirik testlere tabi tutulmadığı “ılımlı” akademi disiplinlerinde daha göze çarpmaktadır. Bu durum beşerî ilimlerin tamamında, sosyal ve davranışlar bilimlerin de çoğunda belirli değişkenlikte geçerlidir. Sorunların en kötü ve derin olduğu alanlara karar veremeyiz ancak felsefe disiplininde oldukça göze batmaktadırlar. Neredeyse tüm akademik felsefe bölümleri safsata bölümleri haline gelmiştir.
Bu sorunun en ciddi yönünü ele almak için aşağıdaki soruları gündeme getiriyoruz;
İngilizce konuşan dünyada demografik çeşitlilikle (ırksal, cinsel vb.) kafayı bozmayarak entelektüel çeşitliliği yadsımayan tek bir felsefe bölümü kaldı mı? Hatta insanların cinsel azınlık, kendi cinsiyetine karar verme ve azınlık ırk durumuna göre işe alınması gerektiği konusundaki aktüel baskıya hala direnebilen bir felsefe bölümü kaldı mı? Nerden bakarsak bakalım çıtanın iyice düşürülmüş olduğunu söylemek yanlış olmaz, örnek olarak Guardian gazetesinin Sydney Teknoloji üniversitesinde erkek öğrenci çoğunluğu bulunan derslere kadınların da katılabilmesi için giriş puanının düşürülmesini konu alan son raporuna bakabilirsiniz. Bütün bunlar “kapsayıcılık” adı altında entelektüel akademik standartlara gölge düşüren etkenlerdir. Bu tür sorunlarla karşılaştıklarında felsefeciler yeterli delillerle dayandırılmayan fikirleri desteklemekte alışılagelmiş yeteneklerini sergilerler.
Tarihsel olarak dezavantajlı gruplara yardım etme takıntısı hangi fikirlerin tahammül sınırlarını dışında kaldığı konusunda zımni bir anlaşmayla tamamlanmış bir tür dini bağnazlığa benzetilebilir. Bu, mevcut ortodoksiye karşı çıkanların yaptırıma, cezaya, kamuoyunda utandırılmasına ve profesyonel olarak küçük düşürülmeye çalışılmasına yol açabilir. Akademik bir disiplin olarak felsefe de bu açıdan pek farklı sayılmaz. Örnek olarak, bir feminist yayın olan Hypatia’da “In Defense of Transracialism” isimli bir makale yayınlayan Rebcca Tuvel’in “trans bireylerin cinsiyet değiştirme kararını normal karşıladığımız gibi ırk değiştiren (transracial) bireylerin de ırk değiştirme kararına aynı biçimde saygı göstermeliyiz” diyerek egemen ahlaki akıma zıt düştüğü hadiseye bir göz atalım.
Tuvel, feminizm ilmi üzerine olan yeterliliği ve özgeçmişine rağmen cinsiyet ve ırkın kuir teori ve kritik ırk teorisi tarafından birbiriyle kıyaslanamaz şekilde teorileştirildiğinin farkına varamadı. Makalesi emsal-değerlendirme gibi olağan süreçlerden geçmeyi başardı ve herhangi bir incelemede, grup kimlikleri üzerine olan çağdaş tartışmalar adına başarılı bir katkı olarak değerlendirildi. Kısacası resmi bir dergide yayınlanması için bütün gereksinimleri karşılayabiliyordu ancak Tuvel bu sapkınlığı için ağır bir bedel ödemek durumunda kaldı. Felsefe üzerine takdir edilesi yetkinliğe sahip bir grup profesyonel akademisyen güruh ve bazı öğrenciler sosyal medyada Tuvel’i linç ettiler ve çalıştığı kuruma makalenin geri çekilmesi adına öfkeli tonda yazılmış mektuplar yolladılar
Yaygara o kadar şiddetliydi ki yalnızca Tuvel’i etkilemekle kalmadı suça ortak olduğu düşünülen ve skandallarla sarsılan Hypatia’nın itibarına büyük zararlar verdi. Bu derginin yayın ve yönetim kurulunun tekrar yapılandırılmasıyla sonuçlanan aralarında Hypatia tez komitesi üyelerinin de bulunduğu 800 imzalık bir kampanyanın hedefi olmasını da kapsıyordu. Bütün bu yaşananlar felsefesinin temel unsurları olan argüman, münazara, diyalektik, hakemli dergilerde karşıt görüş ve reddiyeleri yayınlamaya karşı bir ihanetin temsiliyetidir. Zira felsefenin geleneksel sorunları için herhangi bir kesin yargıda bulunmadığından, disiplin geçmişte farklı fikirlere övgüye şayan bir tolerans gösterme eğilimindeydi. Ancak geldiğimiz noktada, tartışılan sorunlar dezavantajlı grupların gerçeklik iddiası ve maddi çıkarları gibi derin ahlaki meseleler olduğundan, disiplinden artık böyle bir tutum beklenmek mümkün değildir.
Doğrusu, bazı felsefeciler Tuvel’i savundular (Brian Leiter, Russell Blackford, and Daniel Kaufman…) ve bazıları da rasyonel eleştiri getirmek dışında fikir belirtilmeyen disipliner geleneği savunmaya devam ettiler. Kişisel olarak bu meslektaşlarımıza iyi şanslar diliyoruz ancak onların kaybedilmiş bir savaş için mücadele ettiğini söylemek yanlış olmaz zira birçok felsefeci cinsiyet ve ırk teorisyenlerinin fikirlerini sarsılmaz, eleştirilemez öğretiler olarak kabul ettiklerini açıkça dile getirdiler.
Bir zamanlar, safça, felsefeci olmanın kötü fikirlere inanmaya karşı önleyici bir rol üstlendiğine inanırdık ancak bugün anlıyoruz ki durum tam tersiymiş. Felsefeci olmak çoğu zaman sizi ideolojinize kör eder. Bu trajedi, felsefecilerin varılan sonuçları doğru varsayıp geriye dönük muhakeme etmelerinden dolayı bulduklarını sandıkları bilgiyi arama gayretinden vazgeçtikleri ironik bir durum tarafından daha da kötüleşir. Felsefeciler aklıselimliğin muhafızı değillerdir, hiçbir zaman da olmadılar ve muhtemelen de olmayacaklar. Onlar çoğu zaman kendilerine çağın ahlaki akımlarına direnmekten daha az yetenekli olmayı telkin eden insanlardan başka bir şey değillerdir.
Metnin orijinali: https://www.philosophersmag.com/opinion/207-deluded-departments
Çeviri: @okultmusilaj