Boş Zamanlarınızda Ne Yaparsınız?
Sokakta yürürken etrafı gözlemleyin. Müşteri bekleyen esnaflar, otogardaki gişe görevlileri, fabrika girişindeki güvenlikler, site bekçileri, bir otobüsü bekleyen yolcular, tuvalet sırasındaki kişiler, trafikte takılanlar, hafta sonu tatilinde dinlenenler...
Ne yaparlar?
Boş zamanlarınızda kitap okuyun diye bir öğüt vardı eskiden. Sonra büyüdükçe mi yoksa zaman ilerledikçe mi, boş zamanlarda değil kitap okumaya ayrılmış özel zamanlarda kitap okumaya dönüştü. Bize kitap okuyun diyenlerin çoğunlukla bizi kitaplardan ya da genel olarak bilgiden en uzak tutan öğretmenler olması ayrı bir konu.
İş hayatı yaklaştıkça iş görüşmelerinde söylenecek zararsız yanıtları öğrendik, “boş zamanlarınızı nasıl değerlendirirsiniz?” sorusu karşısında “Ekranda her gün Avrupa kıtasını fethediyorum,” ya da “Sigara içiyorum,” demek olmazdı çünkü. Burada sosyal zekânız ölçülüyor: Yapmasanız bile uyum sağlamak için, belli bir düzeyin üstünde olduğunuzu belli etmek için kabul edilebilir bir etkinliği yaptığınızı söyleyip geçmek. Bana en az bir kere “İçmiyorsan bile içerim de, izlemiyorsan bile izledim ama son sezonu görmedim de,” diye söylendi. Çünkü iş her türlü yapılır ancak siz ortamın huzurunu bozarsanız, çoğunluğu kadınlardan oluşan bir ofiste bunun sonucu kovulmanız olur. Erkekler böyle şeylere takılmaz ancak “karı kız ortamlarına” da çağırmazlar. Üniversite bitince ofis dışında bir yerde kadın erkek oranı dengeliyse oraya girmek için para vermek, birini tanımak gerekiyor.
Şimdi kendi yaşamınızdan bir kare düşünün. Bir an geldi. Hafta içi akşam olur, hafta sonu gündüz olur, ya da herhangi bir zaman. Yapacak hiçbir şeyiniz yok. Ne yaparsınız?
Bugün yapacak bir şeyi olmayan milyonlar, ellerinde telefon bir ekrana bakıyor. Video kaydıranlar, kısa yazılar okuyanlar, resimlere bakanlar, mesaj yazanlar, şeker patlatma ya da slot makinesi oynayanlar...
Ben tüm şekerli oyunları üç taneyi yan yana getirip şeker patlatma oyunu sanıyordum. Biri basbayağı slot makinesiymiş, kumarmış. Gerçek parayla telefondan oynanıyor. Mecidiyeköy bir günah şehri. Bir Ankaralıyı, İzmirliyi buraya getirince çığlık atıyorlar. Çocukluğuma ait en erken anılarımdan biri, Ali Sami Yen Stadı’nın önünden yola çıkıp Profilo AVM’nin otopark katındaki internet kafeye tek başıma gidip gelmem. Beni orada tanırlardı. Demek ki o yüzden ben delirmiyorum, delirdiysem de kimse söylemiyor.
Küresel bir markaya ait dükkânın önünde merdivenin köşesine oturmuş, çay ve sigara içen bir kız ile bir oğlan: Kız üşümemek için elinin olabildiğince azını montundan çıkarıyor, renkli şekerler dönüyor. Belli bir saniyede basınca parayı vuracağını düşünen, belki de hiçbir şeyi düşünmeyen gençler üç kuruş paralarını bu oyuna yatırıyorlar. Ellerine vurup bağıra çağıra azarlamak geliyor içimden. Onlar mahallemizin genci olsalardı, ben mahallenin abisi olsaydım, bir mahallemiz olsaydı bizim diyecek, onlara engel olabilirdim. Bir mahallemiz yok. Bir ülkemiz var mı? Kadınlar güzellik, cilt bakımı, makyaj diye onca uğraşıyor. Sigara içen genç kadınları görünce düşünüyorum. Çocukları olunca ne olacak? Hiç mi çocuk yapmayacaklar? Doğum oranları düşüyormuş. Yalan olmasın, hatırladığım kadarıyla söylüyorum. 15 sene önce bu konu yine konuşuluyordu da böyle konuşulmuyordu. “Bunlar böcek gibi çoğalıyor, onlar çocuk yapıyor siz yapmazsanız nasıl olacak?” diyen yazmalı Anadolu teyzesi yahut orta yaş üstü kentli kadın. O kadınlar her şeyi bilirler. İnternet ortamında da böyle konuşulurdu. Sayılara bakmazdı kimse. Şimdi otizm biraz arttı belli ki, sayısal veriyi analiz etmeyi seviyoruz.
Bu telefonlar yokken herkes ne yapıyordu?
Benim çocukluğum yine ekran karşısında geçti. Bilgisayar hem oyun için hem sosyalleşme için hem de okuma için kullandığım bir araçtı. Etrafımda anlaşabildiğim çok insan yoktu. 2010 yılı öncesinde internet kafeye ya da oyun oynamaya çok takılmanın sosyal çevrelerde büyük bir eksi puan olduğunu biliyorum. Çok merak ederim insanlar oyun oynamayı ne sanıyordu da böyle davranıyorlardı acaba? Ancak sorabileceğim biri yoktu. 2010 sonrası bakış yavaş yavaş değişti, her yıl oyun oynamak daha normal bir şey oluyordu. 2010’da internet kafeye kadın gelmesi bir olaydı. 2015’te pek değildi. 2018 civarında oyun oynayanlar da toplumun normal bireyleri olarak entegre oldular. Aforoz edilmiyordunuz, herkesin kişiliği için belli şartları yerine getirdikten sonra istediği garipliği yapmasına izin vardı. Yine de hem oyun oynayan hem de başarısız biri olmak kabul edilmiyordu. O zaman hakkınızda “asosyal” denilirdi. Bugün internet kafe kalmadı (E-spor merkezi diye devam edenler var), oyun oynamak da sıradan bir davranış oldu. Asosyalliğe gelince kimse polis zoruyla eve tıkıldıktan sonra asosyalliğe sövemiyor.
Telefonlar yokken o bekçiler, müşteri bekleyenler, güvenlikler... Belki televizyon izliyorlardı. Belki de radyo dinliyorlardı. Gazete okumak diye bir şey vardı ancak onu da herkes yapmazdı. Otobüs yolculuklarında kulaklık takıp müzik dinlenir ya da kitap okunurdu. Gazete okumak rahat olmuyordu.
Herkesin illaki “boş zamanı” oluyor. O boş zamanı kontrol etmek aslında insanın en savunmasız, en zayıf anında zihnini ele geçirmek.
Sizin boş zamanlarınızı kim kontrol ediyor?